Uzun yıllar boyunca, site vasıtasıyla irtibat kurup fikir alış-verişinde bulunduğum kıymetli pekçok arkadaş içinden tarih - siyâset - strateji üçlüsüne meraklı olanlara kesinlikle okumalarını tavsiye ettiğim ilk eser dâima "Gazavat-ı Hayreddin Paşa" olmuştu ama nedense bir türlü bu çok önemli kaynaktan doğrudan bahsetmeye fırsat olmamıştı.
Artık bu kusuru ortadan kaldırmaya çalışmanın zamanı geldi. Oruç ve Hızır kardeşlerin gazaları pek çok el yazması esere konu olmuştur ve bunlar içinden en meşhuru ise Kânunî Sultan Süleyman'ın isteği üzerine Hayreddin Paşa'nın emri ve yardımı ile kendi yanında çok savaşlara iştirâk etmiş bulunan Seyid Murâdî Reis'e yazdırılmış olan ve burada bahsi geçen kitaba temel oluşturan eserdir.
"Gazavât-ı Hayreddin Paşa"ların nesir ve nâzım hâlinde yazılmış muhtelif el yazması örnekleri mevcuttur. 1970'lere kadar bu eserlerin hiçbiri ne eski, ne de yani harflerle basılmış, dolayısıyla halka intikâl etmiş değildi! Yan tarafta ikinci cildinin kapağını gördüğünüz; "Barbaros Hayreddin Paşanın Hatıraları" adıyla yayınlanan, iki ciltlik ilk çalışma 1970'lerin ikinci yarısı civârında Ertuğrul Düzdağ tarafından hazırlanmıştır ve kendisinin giriş bölümünde ifâde ettiği üzere ilmî bir neşriyât değildir.
Hemen birkaç satır alıntı da vermek gerekirse, ilk önce kitabın yazılış sebebinin açıklandığı cümlelerle başlamak en iyisi olur:
"Ve bundan sonra, sultan-ül a'zam ve melik-ül muazzam, ümmetlerin metbûu, Arab, Acem ve Rum reislerinin efendisi, emniyet ve selâmetin yayıcısı, adâlet ve ihsânın koruyucusu Osman Han'ın oğlu Orhan Han'ın oğlu Murad Han'ın oğlu Mehmed Han'ın oğlu Bayezid Han'ın oğlu Selim Han'ın oğlu, es sultan ibn-is sultan Süleyman Hân hazretleri -Allah onun mülkünü zamanın ve devranın nihâyetine kadar devamlı kılsın, amin yâ Rabbel âlemin- bir gün ferman buyurdular ki:
Sen ve karındaşın nasıl ortaya çıkıp, cihad meydanına atıldınız? Bunun sebebi ne idi? Kimlerdensiniz? Kul tâifesinden mi, sâirlerden mi? Bu zamana gelinceye kadar ufak, büyük, karada ve denizde, ne şekil gazalar oldu ise, baştan sona kadar, ne eksik ne fazla, gerek nazım gerek nesirle, yazıp bir kitap düzüp buraya gönderin ki, eskiden yazılmış tarihlerin yanında, Hazine-i Âmire'mde bulunsun!"
"Bu yüce fermana can baş üstüne deyip, Seyyid Murâdî'yi çağırttım.
Seyyid Muradî, emrimdeki reislerden Durak Reis'in baştardasında gazalara iştirak eden bir deniz yiğidi idi. Gazalarımızı nazımla destan edip söylerdi."
Bu eserin bir ilkokul öğrencisinden, bir Amirale ve de bir Cumhurbaşkanına kadar çok geniş bir kitleye doğrudan hitap edebilen bir yapısı olduğunu bilhâssa vurgulamak gerekir. Eğer bu kitabı bir kez okumuş olsanız bile, araya yedi-dokuz yıl kadar koyarak tekrar ve tekrar okuduğunuzda her seferinde içinde yeni birşeyler keşfetme ihtimâliniz oldukça yüksektir. Denizciliğe gönül vermiş olanların bu eseri, birkaç kez okumaması çok büyük bir kayıptır.
Kitabın sunduğu şu samimiyete:
"Sonra Preveze karşısında olan Ayamavra'ya geldim. Burada karada hazır yeni yapılmış daha derya yüzüne inmemiş, yirmidört oturaklık bir yeni tekne buldum...
Amma bir nâzenin tekne ki, ancak bu kadar olur. Belki âlemin Behzâd'ı tasvirini edemez. Ben bu teknenin âşık-ı üftâdesi oldum. Teknenin etrafında kısa bağlanmış buzağı gibi dolaşıp yatar oldum."
Şu tatlı akıcılığa bir bakın:
"... Oruç Reis, koluna bir misket dokunup, ağır yaralandı ve kendinden geçti... Kıyıdaki hâli deryadan seyredip dehşete düştük... Baktım ki iş işten geçmiş, belâ deryası hadden aşmıştır. Hemen can başıma sıçradı. Teknelerden üç dörtyüz bahadır gazi yiğitle beraber karaya çıkıp yetiştik.
Dalkılıç, âteştâb olup, kâfir-i ebedîleri öyle bir kırış kırdık ki, kıra kıra mel'unları kale kapısına dar soktuk. Üç yüzden fazla kâfir-i bîdinleri kılıçtan geçirip, yüzelli kadarını da diri tutup esir eyledik."
Hızır Reis'e Hayreddin adını ve ünvânını bizzat Yavuz Sultan Selim Han vermiştir:
"Sultan Selim hediyeleri bizzat görüp beğendi. Padişah-ı İslam iki ellerini kaldırıp bana dualar kıldı:
—Hızır Reis, Nasreddin ve Hayreddindir. Hayreddin lalam düşmanlar üzerine daima muzaffer olsun.
"
"... Tekneler, Tersane-i Amire'ye çekilip eksikleri gedikleri miriden düzüldü, koşuldu... Bana ve ağam Oruç'a da mahsus yirmi yedişer oturak iki firkate yapıldı... Günlerden bir gün, Sultan Selim hazretleri Muhiddin Reis'i huzura çağırıp bizlere göndereceği emanetleri teslim eyledi.
İki elmas kabzalı kılıç verdi. Biri Hızır, biri Oruç Reis'e diye, ki her biri birer Rum haracı değer. İki sorguç ve sırtlarımıza birer hil'at ve iki firkate gemi verip:
—Büyük firkateye Hızır lalam binsin ve öbürüne Oruç lalam binsin. Gazalar eylesinler...
Dedi."
Küçük bir savaş sahnesi bu kadar mı güzel anlatılır:
"Hemen inâyet-i Hak'la, gaziler apansızın dalkılıç âteştâb olup kâfirlerin kalp cenâhına girdiler. Öyle bir giriş girdiler ki vasf olunmaz. Kâfirlerin başlarına güya kıyametler kopup:
—Acaba kıyamet mi oldu, sur mu çalındı?
Deyu azizlerinden medet talep etmeye başladılar.
Amma gazilerin alev saçan kılıçları azizlerin himmetlerinden önce erişip, menhus kellelerini bostan kesimi gibi ayaklar altına yuvarladılar. Pis vücutlarını zemine akan kanları alıp götürdü. Hâsılı kelâm adaya yetişenler kurtuldu. Yetişemeyenler ateşi buldu..."
Ama hepsinden iyicesi, bu kitap tek başına dünü, bugünü ve yarını sunmaktadır.
Bunu okuyan herkes ancak alabileceğini alır. Günümüzde kerli ferli adamlar ortalıkta Akdeniz'de neler olup bittiği hakkında konuşmayı pek seviyorlar ama pek çoğu tedrisâtından geçtikleri, bir nevî kulu oldukları Batının gözüyle duruma baktığı için söyledikleri ile toplumu kandırmaktan, en azından zihinleri bulandırmaktan başka bir iş yapmıyorlar.
Oysa Gazavât-ı Hayreddin Paşa'yı dikkâtlice okuyanlar, tam da bugün Akdeniz'de ve Arap yarımadasında neler olduğunu, daha önemlisi neden olduğunu ve en önemlisi gelecekte neler olacağını doğru bir şekilde kavrayabilirler ve okumayanların ise durumu anlayabilmesi kesinlikle mümkün değildir.
Aslında bu eserin temel kavramı tam olarak Türk Devletinin gelecekteki yöneticilerine ve askerlerine yol göstermekten ibârettir. Mesela:
"Cezayir'e doğru gitmek üzere iken firari mürted Telis Beyi'nden haber aldık. Sahra tarafında Necce denen yerde imiş. Hemen Necce şeyhine bir mektup yazıp gönderdim. Dedim ki:
—Ol mürtede söyleyesin ki, eğer mürtedlikten vazgeçip, tecdid-i iman edip, kâfire kul olmaktan tövbe istiğfar kılıp hâlis muhlis mümin olursa biz dahi suçundan geçeriz.
O zaman, Tlemsen Beyi'nin karındaşı oğlu olan mürted gazaba gelip:
—İspanya Kralı sağ olsun! Benim âhımı onda kor mu sanırsın? Hiç bir firkateci hırsız, Kral ile başa mı çıksa gerek. Yarın bir ağır donanma ile gelip Cezayir'i alıp beni Cezayir'e oturtması yakındır.
Deyip, laf harmanını esip savurmuş.
"
"... Oruç Reis'in sözü bitince, alimler:
—Ey mücahit, onun katli sana helâldir. Bu kötü fitneyi ümmet-i Muhammed üzerinden def etmenizde büyük sevap vardır. Şüphesiz kılıçlarınız Arş-ı a'lâya asılır. Ona yardımcı olan eşkiyaları dahi cezalandırasın.
Diye fetva yazıp Oruç Reis'in eline verdiler.
"
"Oruç Reis cümlemizle vedalaşıp bir mübarek saatte Cezayir'den çıkıp Telis'e yollandı.
Konarak göçerek Telis'e vardılar. Onların geldiklerini gören ileri gelenler suçlarını bastırmak için o mel'unu bağlayıp Oruç Reis'in huzuruna götürdüler. Hayınlar işte böyle kaltaban olur.
Gelenler:
—Ey mücahitlerin reisi! ...
Diye başlayacak oldular. Oruç Reis hemen işaret edip, onları susturup, zincire vurdurdu. Dualar etmeye başlayan iki yüzlü münafıklar neye uğradıklarını şaşırdılar. Düşünceye daldılar."
"Oruç Reis hepsini önüne dizdi. En başta ol müfsid ondan sonra sıra ile ötekiler yollu yolunca zincire dizilmişlerdi."
"Oruç Reis evvela ona hitab etti:"
"—Ey mel'un şimdi kendini nasıl bulursun? Karındaşım sana eman vermişti. Tövbe edersen suçunu bağışlarız demişti. Sen ona cevap verip, İspanya Kralı sayesinde benim öyle firkateci hırsızlara eyvallahım mı var, diye herzeler yemiştin. Elhamdülillâh hırsız değiliz, amma senin gibi din düşmanlarına yardım edici mürtedlere hırsızlarız."
Dedikten sonra, hemen cellât-ı bî-amana işaret edip kellesini vurdurdu."
"Bundan sonra Araplara döndü:
—Ey mel'unlar! Şu katl olan mürted beyinin önceleri tek başına gelip içinize girdiğinde: «Buranın sahipleri olan gaziler, senin buraya geldiğini istemezler» deyip, şimdi tutup bağlayıp huzuruma getirdiğiniz gibi o zaman bağlayıp getirmeye kadir değiller miydiniz? Böyle tutup bağlayıp getirmek evvelden gerekli idi.
Deyip hepsinin kellesini vurdurdu.
"
"Ortalığı dilediği gibi nizama sokup yeni hâkim tayin etti. Üç günden sonra gazileri toplayıp divan edip şöyle dedi:
—Oğullar, elhamdülillah Hakk'ın inayeti ile bu hayın mürtedin ve ona uyup yardım eden iki yüzlü münâfıkların haklarından geldik.
Şimdi sizler bana yâr ü yaver olursanız, katl ettiğimiz mürtedin amcası olan Tlemsen Sultanı'na da bir
bakalım. Zira onun dahi zulmü haddi aştı. İspanyol keferesine Tlemsen limanından daima gemiler yükletip, kâfire zahire gönderirmiş. Benim niyetim o tarafa doğru gitmektir, sizler ne dersiniz?
"
"Oruç Reis böyle deyince, gazilerin cümlesi bir ağızdan çağrışıp:
—Niyet senindir! Her nereye teveccühün olursa, başüstüne!
Dediler...
"

Velhâsıl Oruç ve Hızır Reis'lerin tedâvi için başarıyla uyguladığı yaklaşık dörtbuçuk asırlık bu reçetede, Arap Devletlerinin bugün hâlâ taşıdıkları bu müzmin hastalığın tek ilacı açıkça bellidir; Türk kılıcı!
Ve hastalık artık Akdeniz'i aşıp Kızıldeniz, Umman Denizi ve Basra Körfezi bölgelerine kadar yayılmış ve yakın zamanda bize de bulaşmıştır, bütün yaptıklarına rağmen din düşmanlarına yardım edici, kâfire kul pensilvanya şeytanına tapanlar cemiyeti mensuplarına böylesine yumuşak davranılıyor olması ise mevcut en büyük tehlike olarak karşımızdadır... |