Kısa süre önce girdiğimiz ve Tip214 türevi denizaltıların baş ufkî dümenlerinin ucundaki akışa odaklandığımız konuya biraz daha devam ediyoruz. Bu kez yalnızca 2 seçeneğe odaklandık: Türkiye ve İsrail. Hangisinin hangisi olduğunu hatırlamak için önceki yazılara bakmanız gerekebilir. Sonuçlardan alınmış birkaç vidyo görüntüsü aşağıdaki gibidir:
Denizde gerçekleştirilen bütün faaliyetler dâima kazalara gebedir. Bu bağlamda, ülkelerin denizcilik seviyelerini "gerçek anlamda" belirleyen gösterge de denizdeki kazalara karşı gösterdikleri davranışlar bütününde saklıdır demek hiç de yanlış olmaz.
Kimi ülkeler kendi milletlerini oluşturan fertleri denizde ölmekten koruyabilmek içim canla başla çalışırken kimi ülkeler de "çeşitli sebeplerle" böyle bir davranış içine girmez. Söz konusu çalışmalar son derece geniş kapsamlıdır; denizcilere verilecek uygulamalı eğitimlerden, evrenkentlerde meselenin mühendislik temellerinin oluşturulmasına, klas kuruluşlarından, IMO ve SOLAS gibi uluslararası düzenlemelerden, doğrudan denizde can kurtarma faaliyetlerine kadar çok boyutlu bir yapılanmadan bahsedilebilir.
Burada ise bütün bu geniş kapsam içinden "yalnızca denizde arama-kurtama" meselesi, Türkiye'yi ilgilendiren bâzı açılardan ve mecburen çok kısa olarak ele alınmaya çalışılacaktır.
İlkbaharın başlarında, kamuoyunda pek de önemseyen ama aslında Donanmanın geleceği açısından son derece değerli bir adım atılmış ve bir eşik aşılmış oldu ki söz konusu olay Türkiye'nin ilk milli sonarının, ilk kez denize dalışıydı. Bu arada belirtmek gerekirse MİLGEM üzerindeki Yakamos milli bir sonar değildir, belki ancak yerli olarak tanımlanabilir.
Tabii ki Aselsan tarafından geliştirilerek "yanlış" bir şekilde DÜFAS olarak adlandırılan bu sonarın milli olduğunu varsayıyoruz ama henüz kesin bir veri elimizde mevcut değil. Örneğin bu cihazın üzerindeki en önemli bileşen olan aktif sonar aynalarının ve bu aynaları meydana getiren piezo-elektrik seramiklerinin tamamen milli olarak geliştirilip burada üretildiğini ümit ederek, milli bir sonar olduğunu varsayıyoruz...
Dün gece youtube içinde gezinirken kenarda tavsiye ettiği vidyolar içinde siyah-beyaz biri gözüme takıldı ama başlıktaki "... Heavy Metal Solo" kısmını görünce pek tıklayasım da gelmedi çünkü böyle başlıklar genellikle hevesli gençlerin, meşhur şarkılardan birinin solusunu tekrar etmeye çalıştığı sıklıkla başlangıç seviyesinde, bâzen de son derece ustaca icralardan oluşuyor ve her iki koşulda da bu yaştan sonra bana pek hitap etmiyordu.
Yine de bu kez tıkladım ve dokuzuncu saniyede başlayan "şey" ise gerçekten inanılmazdı! Kırk yıl ağır metale mâruz kaldım ama böylesine eşsiz, etkileyici bir acayip solo işitmedim, tellerden sanki Anadolu akıyordu, olan youtube'a oldu; "tekrar oynat" düğmesi aşındı. Dikkât edin, 41. saniyede kayık sudan kesiliyor...
Başlatmadan önce sesi köklemenizi öneririm:
Eğer 1970 civarlarında ortaya çıkan Anadolu Rock gibi tamamen bu topraklara ve bu toprakların insanlarına has bir Anadolu Metal gelecekte ortaya çıkabilirse, herhalde bu eser de kerteriz noktası olur ve bundan feyz alanlar tarafından yürütülür, kim bilir.
Fakat bu vidyoda aslında muhteşem bir müzikten çok daha fazlası da var: Çalışma, tutku, özveri, yetenek, tevâzu, daha çok çalışma ve maya. Mesela gerçek bir mühendiste de olması gereken bütün temel unsurlar.
Ve son bir işâret daha var; daha önce defalarca bahsi geçtiği üzere bu topraklarda, her ne alanda olursa olsun, tıpkı bizim temel iştigal alanımız olan denizcilikte de olduğu gibi, insan sıkıntısı yok, hiçbir zaman da olmadı, her işi lâyıkıyla, en iyi şekilde yapabilecek olanlar daima var ve onlar hiçbir zaman göz önünde olanlar, tanınanlar değil, sessiz ve çoğu zaman isimsiz olanların içindedir, o zaman sıkıntı nerede derseniz, başka bir yerde...
Aslında bugün bir aktif sonar yazısı gelecekti ama şimdi ertelenmiş oldu. Pek fark yok aslında, o da bu da bir dizi frekans değişiminden ibâret değil mi ki ; )
Sıcağı sıcağına dümene devam edelim ama bu sayfaya bir arama motoru vasıtasıyla düştüyseniz önce girişe yönelmeniz iyi olur çünkü temel altyapı ve mesele orada açıklanmıştı.
Hızlıca sadede gelirsek; şimdi, önceki çalışmanın doğrudan devamı olarak bu kez 9 derecelik hücum açısındaki durum, yine HAD (Hâreli Akışkan Dinamiği) kullanılarak ele alınacak. Hidrodinamik konusunda bilgi sahibi olanlar açısından (ki Türkiye'de en azından binlercesi mevcut) ele alınan mevzunun yalnızca söz konusu geometrilere bakarak, hiçbir hesaplamaya gerek bile olmadan nasıl sonuçlanacağı anlaşılabilecek iken bunca eziyete ne gerek vardı? Aslında sorunun cevabını bildğinizie tahmin ediyorum, o sebeple buraya yazmaya gerek de yok.
İki sene sonra nihâyet başlangıcı yapılmış olan konunun devamına el atmaya fırsat bulunabildi. İşte bu ilk bölümde daha önce sözü verildiği üzere, Tip214 sınıfı denizaltıların Baş Ufkî Dümen (BUD) tasarımlarının Hesaplamalı Akışkan Dinamği (HAD) kulanılarak incelenmesine başlanacak ve tam olarak bir Tip214 türevi olmasa da BUD yerleşimi ve boyutları açısından eşdeğer özelliklere sahip Dolphin2 sınıfı denizaltılar da karşılaştırmaya dâhil edilecek.
Kullanılan yaklaşımı özetlemek gerekirse; önce uzun süre boyunca elde edilen açık-kaynak verilerin değerlendirilmesiyle Tip214 üzerindeki BUD'ların yüzey modelleri oluşturuldu. Hesaplama örgüsünü hazırlamak amacıyla önişlem için açık-kaynaklı bir kartezyen örgü üreticisi olan cfMesh kullanıldı.
Bugün Üsküdar'da bi arkadaşla buluştuktan sonra, ortalığın görece sâkin olmasının da etkisiyle Harem'e kadar yürüdük. Eh, buraya kadar gelmişken deniz havasını biraz daha iyi soluyabilmek için arabalı kayığa atlayıp Sirkeci'ye zıplamak da elzem oluverdi.
Güvertede çay içerken, bu arada, Sarayburnu'na iskele olmuş "gerçek Karlos"a da iyice yaklaştık. Aynı esnada önemli bir ayrıntı ister istemez dikkâtimi çekti ve canımı da çok sıktı. Geminin uçuş güvertesi üzerine 5 adet AV-8B Harrier itinayla yerleştirilmişti; üçü yanyana sancak kıç güverteye, biri vasata ve biri de uçuş rampasının tam ortasına, açılı bir şekilde.
Karlos'un bu zamanda İstanbul'a ziyaret yapması (bu kez, pazarlıklarıun sürüdüğü söylenen ikinci uçak gemisi geyiğine girmeyelim) bir yana, uçakların bu şekilde dizilmesinin muhtemel anlamı da açıktı: Pazarlama! Aslında 2018, belki 2019 civarında Tük Deniz Kuvvetlerinin Harrier(!) aradığı yönünde bir takım karanlık haberler yayılmıştı ama sonrasında pek bir ilerleme olmamış gibiydi.
Fakat bugün gördüklerim geçen sessiz yıllardan sonra artık durumun gâyet tehlikeli bir şekilde son safhaya geldiği izlenimi uyandırdı. Tarih tekerrür eder mi, etmez mi tartışması şöyle kenarda dursun, yakında bu tartışmaya yönelik bir doğrulama örneğinin ortaya çıkma ihtimâli de böylece sahne almış gibi oldu.
Denizaltı Savunma Harbi (DSH) söz konusu olduğunda helikopterlerin işin içinde olması vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Türkiye'ye yönelik denizaltı tehditleri, coğrafi şartların oluşturuğu etkenlerle birlikte değerlendirildiğinde, Türk Deniz Kuvvetlerinin ne kadar güçlü bir DSH yeteneğine sahip olması gerektiği kolayca anlaşılabilir.
Denizaltılara karşı mücadele; denizaltılar, gemiler ve hava araçlarından oluşan bileşke bir güç tarafından ortaklaşa yürütülürse başarılı olabilir. Bu sebeple güçlü bir DSH faaliyetinde söz konusu bileşenlerin hepsi çok önemlidir. Şimdi ise bunlar içinden yalnızca hava araçları içinden birine odaklanılacaktır: DSH Helikopterleri ve Türkiye..
Bir süredir devam etmekte olan Rusya-Ukrayna savaşı, henüz sonuçlanmamasına rağmen, bir yanıyla da deniz savaşları hakkında uzun zamandır farkında olunan ama çeşitli sebeplerle göz ardı edilen bâzı gerçeklikleri daha görünür, aşikâr hâle getirmesiyle dikkât çekiciydi demek yanlış olmaz.
Yine de muhtelif Donanmaların uzun yıllar içinde yavaşça oluşan yeni şartlara uyum sağlayamamasını, hatta kimi zaman sağlamaya direnmesini gözlemlemek de ilginç oldu. Tabii ki asıl amacımız bizim açımızdan konuyu değerlendirebilmek olacağından, bunu yapabilmek için öncelikle çatışma yaşama ihtimalimiz yüksek olan donanmaların (ve yan unsurlarının) yeteneklerini doğru olarak kavrayabilmek ve ikinci safhada ihtiyaç duyulan çözümleri ve karşı önlemleri oluşturabilmek gerekmektedir.
Tam üç sene ve dört gün önce yerküre üzerinde radar ufku konusunu biraz basitleştirilmiş olarak ele almıştık ki bi ara bunu daha ayrıntılı olarak değerlendirmek de iyi olur. Bununla birlikte bugün o ufkun ötesine geçmeyi düşünüyoruz.
Dolayısıyla şimdi konu; Ufuk Ötesi Radarlar, daha doğrusu bunların çeşitli türleri içinden yalnızca biri olacak. Söz konusu radarlar, Havakürenin özel yapısı ile belli elektromanyetik frekanstaki dalgaların kendine özgü etkileşiminden yararlanmak sûretiyle, günümüzün yaygın mikrodalga radarlarından çok daha uzun menzillere erişebilme yeteneğine sahip araçlardır.
Burada kısaca ele almak isteğimiz konu; Savaş Gemilerimiz üzerindeki "Borda Rakamları" veya başka bir ifâdeyle "Gövde Numaraları" olacak. Amerikalılar buna, Türkçeye çevrilebileceği şekliyle "Gövde Sınıflandırma Numaraları" ingilizler ise "Filandra Numaraları" demektedir.
Bununla birlikte ABD donanmasının sisteminde yalnızca rakamlar kullanılırken, bizim de Nato'ya girişten 7 yıl sonra, 1959'dan başlayarak uygulamakta olduğumuz İngiltere Donanması sisteminde ise geminin sınıfını tanımlayan bir harf ve takip eden rakamlar kullanılır, hemen yukarıda bir örneği görüldüğü gibi. Her ne kadar bu ingiliz sistemine Nato sistemi dense bile bu tam olarak doğru değildir çünkü amerikalılar bunu değil de kendi sistemlerini kullanmaktadırlar. Aslında burada bir mesaj da yok değil; bir nevi sahip-köle durumuna atıf gibi.
"Geniştir ölçülmez hayalin çölü.
Karşımda her diri söylenen, ölü.
Çok güçtür geçmesi bu sakar gölü.
Dümensiz gemiye binenler bilir." Neyzen Tevfik
Günlerden bir gün, her nasıl olduysa arama motorunun biri beni bir .pdf'ye [1] yönlendirdi. Salgın sebebiyle eve tıkılmış olmamızın da etkisiyle oyalanmak için sayfalar içinde öylesine gezinirken 42.nin görülmesi oldukça ilginç oldu. Bu durumun uyandırdığı meraktan olsa gerek, sitedeki diğer .pdf'lere de göz atarken bu kez [2] üzerindeki 25. sayfa ile de karşılaşıldı vesaire.
Aslına bakılırsa onbeş sene kadar önce [Resim.6] temelinde yayınlanma sırasına girmiş, sonrasında arada kaynamış bir konuya dönüş de bu vesileyle gerçekleşmiş oldu. Böylelikle hemen o gün bunu yazmak gerekli hâle geldiyse de aslında bu pek iyi bir fikir değil gibiydi. Mecburen içerik yaklaşık iki sene sürecek bir soğumaya daha bırakıldı ki yazı yeteri kadar sâkin ve yumuşak olabilsin ; ) Her ne kadar böyle konuları ele almaktan fazlasıyla bezmiş durumda olsam da Buğra'nın da isteği üzerine bununla bir başlayalım dedim.
Üzerinden biraz zaman geçtiği için bir hatırlatma yapmak gerekirse; bu meseleye kısa bir girişi 2017'de yapmıştık ve orada bahsedilen, Türkiye'nin Sahil Güvenliği için gerçekleşmekte olan İngiltere - Hollanda kapışması(!) daha sonra ingilizlerin lehine sonuçlanmıştı... Orada bir devam yazısı olacağından bahsedilmiş olsa bile sonrasında bunu yapmak pek anlamsız ve can sıkıcı görünmeye başlamıştı.
Ferromanyetik malzemelerin bir manyetik alan etkisi altındayken gösterdiği mekanik davranışlar ve özellikler oldukça geniş uygulama sahalarına yayılmış çalışma alanları oluşturur. Mesela 1842'de James Joule Nikel üzerinde araştırma yaparken bu maddenin manyetik alana mâruz kaldığında şekil değiştirdiği fark etmişti.
Manyetobüzülme olarak adlandırılan bu davranış, yaklaşık yüz yıl sonra günümüzün temel sonar malzemeleri olan piezoelektriklerden önceki nesil sonar ayna ve hidrofonlarının geliştirilmesinde kullanılmıştır, mesela Türk Deniz Kuvvetleri tarafından hâlâ kullanılmakta olan antika Mk-37 torpillerinin sonarlarında olduğu gibi. Yine de burada konumuz sonarlar değil.
Denizaltı dizelleri konusa sıcağı sıcağına devam edebiliriz ama bu bölüm herkese değil de meraklısına hitap edebilecek gibi görünüyor. Hâlâ konunun teknik ayrıntılarına girilmeye başlanmayacak bunun yerine birkaç güzel vidyo daha, hepsi bu. Aşağıdaki motor çalıştırma vidyolarından:
İlk ikisi; Birinci Dünya Savaşı döneminde Alman UB-III denizaltıları tarafından kullanılan "MAN S6V35" motoruna aittir.
Üçüncüsü; İkinci Dünya Savaşı döneminde Alman denizaltıları tarafından kullanılan motor modellerinden olan "MWM RS 34S"ye aittir. Aslında bu savaş dönemi için akla ilk gelen denizaltı olan Tip VII'ler üzerinde kullanılan MAN MLV 40/46'yı çalışırken görmek de iyi olurdu ama bulamadım, yine de Das Boot'u izlerseniz onu da görebilirsiniz.
Dördüncüsü; yine İkinci Dünya Savaşı döneminden ABD denizaltıları üzerinde kullanılan başlıca iki ana makina türünden biri olan "Fairbansk-Morse 38 D81/2" motorudur.
Bâzen ele alıncak konulara temelden başlamak daha iyi olur ve bu da tam o türden bir içerik sayılabilir. İşe hemen aşağıdaki, 1942 tarihli ve birbirinin devamı sayılabilcek iki güzel vidyo mevcuya giriş için pek şahanedir desek yanlış olmaz.
İkinci Dünya Savaşı döneminde ABD denizaltılarında kullanılan Fairbanks-Morse [1] üretimi dizellere yönelik verilen eğitimlerin birer parçası olarak hazırlanan bu vidyolar vasıtasıyla; genel anlamda dizel motorlar hakkındaki temel kavramlar anlaşılmaya başlanacağı gibi, iki zamanlı motor nedir, dört zamanlı motor nedir, söz konusu motorların bileşenleri hangileridir ve bu bileşenlerin özellikleri nelerdir vesaire gibi önemli mevzular kolayca anlaşılabilir ve öğrenilebilir:
Önceki yıllarda; Milli Denizaltı, kısa adı ile MİLDEN bağlamında bir takım önemli konulara kısaca değinmeye çalışmıştık. Söz konusu proje ülkede yürütülmekte olan bütün projeler içinde hem teknolojik olarak en zorlusu, hem de stratejik açıdan ülkenin bekâsı için en önemlisi olduğundan bunu yapmaya bir süre daha devam etmekten zarar gelmez denilebilir. Bu kez meselenin son derece alengirli açılarına temas etmek gibi bir niyet yok, yalnızca bâzı temel teknik ayrıntılardan bahsedilecek.
Hızlıca konuya girersek, MİLDEN üzerinde bulunması, uygulanması, kullanılması "kesinlikle" şart olan, "asla vazgeçilmemesi" gereken tasarım çözümleri, bileşen ve teknolojileri sıralamakla başlayalım:
"Kâfire garet içün doğrulalı dümenler
Gemiler forsa yürür dorıdadur yelkenler
Yelteyüb birbirini çûş ile der görenler
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm" Yetim
Son konuya sıcağı sıcağına biraz devam edelim. Burada ilk olarak eldeki gelecek nesil kavramsal muhrip tasarımı olan Baybars ile TCG Anadolu'nun hârici görünüşleri ve boyutları tek bir resim üzerinden karşılaştırılacak ki böylece hem bu hususlarda laf etme ihtiyacı ortadan kalkacak, hem de içerik muhtemelen daha kolay anlaşılır olacak.
İkinci olarak ise yine tek bir resim ile Baybars kavramlal tasarımının ilk döngüsü olan taslak-1.0 için öngörülen temel bâzı bileşenler kısaca tanıtılacak, mecburen birkaç cümle açıklama ile birlikte.
"Aman da Kaptanpaşa izin ver bize
İzin de vermezsen bize dök bizi denize" Kırım Türküsü'nden
En azından son bin yıl için, denizler üzerinde hâkimiyet sağlayamayan milletler Dünya üzerinde asla söz sahibi olmadılar, hatta kendi küçük çöplüklerinde bağımsız kalabilmeleri bile mümkün olmadı. Zaman zaman karalar üzerinde hızlı ve büyük askeri başarılar elde edebilseler bile bunlar, kaçınılmaz olarak, ancak saman alevi hükmündeydi.
Söz konusu hâkimiyeti sağlayabilmek için birinci sırada gelen ihtiyaç iyi denizcilere sahip olmaktır. İkinci sırada ise iyi gemilere sahip olmak gelir ve bunu sağlayabilmek de uygun mühendislik ve teknoloji altyapısına sahip olmayı gerektirir. Toplamda çok geniş ölçekli insan temelli yeteneklere ihtiyaç duyan bütün bu mekanizma hem kurgulama, hem de işletme açılarından son derece hassas ve karmaşıktır.
"İspanyol kralı hamletti geldi
Beşyüz elli alayın kurdu
Gâziler kılıncın biledi vardı
Var ise Evliyadır Dayımız bizim" Seferlioğlu
Aslında bu konuyu ve bağlantılılarını çeşitli zamanlarda defalarca ele almışlığımız vardı, örneğin; burada, şurada, falanda veya filânda gibi ama yine de geçtiğimiz ay İspanya'dan gelen açıklamalarla meselenin artık daha fazla gizlenememesi ve nihâyet mâlûmun ilân edilmesiyle, durum bizi de doğrudan doğruya ilgilendirdiğinden, bir kez daha ve dahi tamâmen anlamsızca da olsa, ele alınabilir hâle geldi.
Yukarıdaki bağlantılarda bahsedilen veriler, resimler ve ayrıntılar burada boşu boşuna tekrar edilmeyeceği için aşağıya devam etmeden önce onlara dikkâtlice göz atmak tavsiye edilir, aksi taktirde yazının devamı doğru olarak anlamak pek mümkün olamayabilir...