Yine de Atarız Taşı
Cuma, 29 Aralık 2023

"Geniştir ölçülmez hayalin çölü.
Karşımda her diri söylenen, ölü.
Çok güçtür geçmesi bu sakar gölü.
Dümensiz gemiye binenler bilir."
Neyzen Tevfik 

Günlerden bir gün, her nasıl olduysa arama motorunun biri beni bir .pdf'ye [1] yönlendirdi. Salgın sebebiyle eve tıkılmış olmamızın da etkisiyle oyalanmak için sayfalar içinde öylesine gezinirken 42.nin görülmesi oldukça ilginç oldu. Bu durumun uyandırdığı meraktan olsa gerek, sitedeki diğer .pdf'lere de göz atarken bu kez [2] üzerindeki 25. sayfa ile de karşılaşıldı vesaire.

Aslına bakılırsa onbeş sene kadar önce [Resim.6] temelinde yayınlanma sırasına girmiş, sonrasında arada kaynamış bir konuya dönüş de bu vesileyle gerçekleşmiş oldu. Böylelikle hemen o gün bunu yazmak gerekli hâle geldiyse de aslında bu pek iyi bir fikir değil gibiydi. Mecburen içerik yaklaşık iki sene sürecek bir soğumaya daha bırakıldı ki yazı yeteri kadar sâkin ve yumuşak olabilsin ; ) Her ne kadar böyle konuları ele almaktan fazlasıyla bezmiş durumda olsam da Buğra'nın da isteği üzerine bununla bir başlayalım dedim.

Üzerinden biraz zaman geçtiği için bir hatırlatma yapmak gerekirse; bu meseleye kısa bir girişi 2017'de yapmıştık ve orada bahsedilen, Türkiye'nin Sahil Güvenliği için gerçekleşmekte olan İngiltere - Hollanda kapışması(!) daha sonra ingilizlerin lehine sonuçlanmıştı... Orada bir devam yazısı olacağından bahsedilmiş olsa bile sonrasında bunu yapmak pek anlamsız ve can sıkıcı görünmeye başlamıştı.

Doğrusunu söylemek gerekirse söz konusu alım böylece, Vatan, Millet ve Sakarya için "çok acı" bir şekilde, sonuçlanınca artık bu konudan daha fazla bahsetmenin pek anlamı da kalmamış, iş işten geçmişti. Gelgelelim yukarıda, ilk cümlelerde bahsi geçen durum sebebiyle, söz konusu resmi yayın organında "yazılanlar" görülünce son bir sayfa daha mecbur hâle geldi.

Devam etmeden önce, günün anlamı için önce bir kez daha 1969'a gidiverelim:


Aslında konunun "esas tarafı" asla burada ele alınmayacak çünkü bu işin, bu şekilde gerçekleşmesinde en küçük bir payı ve katkısı bulunanlar nihâyetinde zâten siz ve hatta muhtemelen henüz doğmamış olanlar da dâhil kabaca 100milyon kadar kişiyle, isteseler de istemeseler de tek tek hesaplaşıp aralarında bu meseleyi herhalde halledecekler, kendi tercihleri, dolayısıyla konunun bu tarafı bizi değil onları ilgilendiriyor.

Şimdi yalnızca yukarıda bahsi geçen belgeler temelinde ve sadece teknik açıdan birkaç kelime söyleyebilir, hepsi bu. Yalnız dikkat çeken küçük bir ayrıntıyı da belirmek yerinde olur. Söz konusu yayın organındaki bütün makalelerin yazarları belli olmakla birlikte buraya konu olacak iki makalenin yazar(lar)ı belirsizdir ki bu da bir şeyler anlatmıyor değildir. Neyse, olabildiği kadar kısa, öz ve açık tutmaya çalışarak başlayalım:

Ama asıl konuya ısınmak için biraz uzatmak pahasına da olsa önce küçük bir hikâye iyi gider:

Giriş

Yine günlerden bir gün, ortalama bir insanın yüzyıllarca çalışsa da alamayacağı fiyata sahip yepyeni bir motoryat bizim tersaneye iskele olmuştu. Kayık kısa süre önce satın alınmış olduğundan, ilk kullanımda ortaya çıkan ufak tefek sorunların giderilmesi, motor yağı değişimi vs. gibi meselelerin çözümü için ithalatçıyla anlaşmalı olarak tersaneye gelmişti ve bu bakım onarım işleri yapılıyordu. Bu arada tekne sahibi olan müşteri giderilmekte olanlar haricinde başka bir sorun daha olduğunu, ithalatçıyı bu sorunla rahatsız etmek istemediğini(!) ama durumu anlayamadığını ve bunu da incelememizi istedi.

Adam konuyu anlatır anlatmaz meselenin ne olduğunu büyük ölçüde anlamıştım. Yine de kesinleştirmek için bâzı ölçümler ve seyir tecrübesi yapmak gerekiyordu. Bütün bu incelemeler neticesinde her şey beklendiği şekliyle açıklık kazandı. Bu mesele aynı zamanda ilginç bir sosyal gözlem yapmaya imkân da sağlayacağından ilgi çekiciydi.

Şöyle ki; tekne sahibine sorunun kaynağını, neden böyle olduğunu ve bunun temelde bir tasarım hatası olduğunu anlattım. Adam çok bozuldu ama bana bozuldu. Sen kimsin ki? Bu işleri ingilizlerden daha mı iyi bildiğini zannediyorsun falan mealinde bir şeyler söyledi. Sonucun bir kez daha beklendiği gibi olmasına şaşırmadığımdan gülümseyerek hemen uzadım. Sonrasında büyük ihtimâlle kalantor tekne sahibi bu ingiliz şirketine karşı hakkını aramaya cüret bile edemedi.

İşte böylesine bir aşağılık duygusu, adeta kemiklere kadar işlemiş (Batıya karşı) eziklik hissi, topluma öylesine bulaşmış durumda ki her şeyi olumsuz etkiliyor, bozuyor ve yıkıyor. Hasta, hasta olduğunu farkında olmayınca tedavi nasıl mümkün olabilir ki...

Gelişme

"Bir alay mekteb-i âlî denilen yerler var;
Sorunuz bunlara millet ne verir? Milyonlar.
Şu ne? Mülkiyye. Bu? Tıbbiyye. Bu? Bahriyye. O ne?
O mu? Baytar. Bu? Zirâ’at. Şu? Mühendishâne.
Çok güzel, hiçbiri hakkında sözüm yok; yalnız,
Ne yetiştirdi ki şunlar acaba? Anlatınız.
İşimiz düştü mü tersâneye, yâhud denize,
Mutlakà âdetimizdir, koşarız İngiliz’e."
Mehmet Akif Ersoy, 1917 

Şimdi bu girişten sonra Sahil Güvenlik dergisinden seçilen iki makaleye odaklanabiliriz. Söz konusu dergileri sayfanın sonundaki bağlantılar üzerinden indirebilirsiniz. Tabii ki yazıların bütün içeriğini ele alıp fazla uzatmayacağız. Seçilen birkaç sayfanın ekran görüntüsü ise aşağıdakiler gibidir:

Resim.1) Sahil Güvenlik Dergisi 2020 Ekim sayısından sayfa 26.


Yazılarda malzeme çok ama önce [Resim.1] üzerinde işaretli kelimelere bir bakalım. Bize ne kadar yerli ve milli bir çalışmaya sahip olduğumuz, ingiliz özel isimleriyle çok iyi anlatılmış, burada safkan ingiliz propagandası nasıl olmalı iyi görüyoruz hatta arkadaşlar hızlarını alamamış ve William Froude'un ailesine kadar meseleyi, getirmeyi başarmışlar!

Ne kadar şahane öyle değil mi? Bu sayfada coşkulu bir eziklik güzelce(!) aşılanmış. Mesela 12m'lik bu kontrol botu denen şeyin ingiltere'de deney havuzlarında direnç deneyine tabi tutulması size ne kazandırdı? Tek kazanan ingilizler olmasın? Böyle bir projede havuz deneyi yapmaya gerek var mı?

Hadi diyelim var, Türkiye'de deney tesisi mi yok? Ya da koca ülkede bu kıytırık aracın direnç hesaplarını yapabilecek bir kişi bile bulunamadı mı? Yoksa bulunması mı istenmedi? Öyle ya Qinetiq'te çalışan zavallı ingiliz çocuklar taş mı yiyecekti? Türkler tabii ki bunları da beslemeliydi...

Resim.2) Sahil Güvenlik Dergisi 2020 Ekim sayısından sayfa 27.


[Resim.2]'ye geçersek; 2m'den suya serbest düşme, yapılan detaylı analizlerle(!) usturmaçanın şeklinin belirlenmesi(!) vs. gibi şeylerden ve bu çalışmaların Türkiye'de ilk kez yapıldığından falan bahsediliyor değil mi?

Oysa böyle tasarımlar ve çalışmalar Türkiye'de uzun yıllardır zâten yapılıyor. İsterseniz örnek verelim, örneğin 11 sene kadar öncesinden bir vidyo buldum, yer Karşıyaka Yelken Kulübüne benziyor. Üstelik botun üzerinde T.C. Sahil Güvenlik alameti bile var ; ) ama görünen o ki Sahil Güvenliğin bunlardan pek haberi yok!


Aslında ülkede yapılan bildiğim daha eski çalışmalar da vardı ama onların vidyolarını bulamadım. Şimdi Teknik Daire Başkanlığı ülkede böyle çalışmaların Türkiye'de ilk defa(!) yapıldığını iddia ederek ne demek istiyor?

Ayrıca buradan anlaşılabildiği kadarıyla SG'nin yeni botu 2m'den yalnızca yatay olarak serbest düşmeye bırakılmış. Ama bu işin içinde olan herkesin bildiği üzere bu tür bir deneyde en az üç serbest düşme gerekir: Omurga yatay - omurga başa 45derece ve omurga kıça 45derece. Son ikisi diğerinden daha zorludur çünkü makina temellerine, pervane millerine, koltuklara vs. daha fazla ve zorlu yerel yüklerin etki etmesine de sebep olur. Bu şekilde deneyler eksik yapıldığında ise doğrulama gerçekleşmemiş olur.

Diğer taraftan yazıda LSA'dan da dem vuruluyor. Mâdem öyle bu durumda kendine güvenen üreticiler gibi bu bot yine üç açıda ama 2m'den değil de 3m'de serbest düşmeye bırakılmalıydı. Kısacası bu belgelerde belirtildiği şekliyle, kullanlan detaylı analiz vs. gibi havalı ifâdelere rağmen botun yapısal doğrulamasının tam olarak yapılmadığı sonucu çıkar.

Ayrıca böyle iddialı(!) bir SG aracından kendini doğrultma yeteneği ve bunun doğrulanmasını görmek isterdik, mesela şunun gibi:


Şimdi de bir sene sonra aynı botu övmek için yayınlanan ikinci makaleden iki sayfalık ekran görüntüsüne göz atalım:

Resim.3-4) Sahil Güvenlik Dergisi 2021 Ekim sayısından sayfa 42 ve 44.


Burada da ilk makaledekiler tekrar ediliyor. Hepsinin anahtar noktalarını ele alırsak, söz konusu yazılarda belirtildiği şekliyle; bu yerli ve milli(!) projenin gerçek kazananlarına bir bakalım:

  1. BMT: Tasarım ve Mühendislik / İngiltere
  2. Qinetiq: Deney Tesisi / İngiltere
  3. Sea Speed: Direnç Deneyi / İngiltere
  4. Gurit: Yapısal Mühendislik / İsviçre
  5. MFS Tecnofender: Usturmaça / İspanya

Buna bir utanç listesi de diyebiliriz. Türkiye'de tekne tasarımı ve mühendisliği yapacak adam mı yok? Bol miktarda var. Deney havuzu mu yok? Tabii ki var. Yapısal mühendislik yapabilecek birileri de mi yok? İstemediğiniz kadar var. Usturmaça yapabilenler mi yok? O da var...

Gelgelelim bu vatanın mühendisleri (ve bilimadamları) bu topraklarda daima istenmeyen adamlar oldular, hatta kimi zaman düşman(!) olarak bile görüldüler, yeni bir şey değil, yüzlerce yıldır böyle, buradaki sıradan örnek ile açıkça anlaşılabileceği üzere bugün de aynı.

Bu durumda aşağıda 54. sayfası görülebilen, bu kez yazarı belli olan "Yerli ve Milli Üretimin Önemi" başlıklı Haziran 2020'de yayınlanmış makale de ister istemez dikkâtleri çekiyor diyebiliriz:

Resim.5) Sahil Güvenlik dergisi, Haziran 2020 sayısı sayfa 54. Görüntüdeki tekne ise yine ingiliz BMT tasarımı olan bir başka SG aracı.


Makalenin başlığı güzel, ingilizlerin bizi bir asır önce nasıl dolandırdığını vs. anlatan giriş bölümü fena değil ama sonrası son derece çelişkili. Neden mi? Yalnızca sayfa 54'e ve burada belirtilen başarılara(!) odaklanarak durumu özetleyebiliriz. Sırasıyla:

  1. RMK tarafında yerli olarak üretildiği söylenen geminin tasarımının İtalya'dan alındığı ve bu tasarıma birkaç eşek yüküyle para ödendiği nasıl gözardı edilebilir? Üstelik aynı yıllarda MİLGEM'i başarıyla tasarlayanlar böyle bir gemiyi mi tasarlayamayacaktı? Sonuç olarak kazanan: İtalya.
  2. SAR33/35 botlarının Erbil Serter tarafından tasarlanmış olması ile övünülüyor(!) ama sayın yazar keşke bu konuyu biraz daha dikkâtli inceleseydi ki böylece bu projenin aslında nasıl da utanç verici olduğunu kolayca öğrenebilirdi. Sonuç olarak kazanan: Almanya.
  3. 80 sınıfı botlar gerçekten son derece başarılı ve bugüne kadar gerçekleşen "gerçekten milli" tek proje oldu. İkinci safhada bu tasarımın büyütülmiş türevleri inşa edilecekti ama engellendi. Sonuç olarak kazanan: Türkiye (ama ne yazık ki projenin devamı baltalandı)
  4. Kaan 15, 19, 29 ve 33 sınıfı botlar SG'nin çoğu görev ihtiyacına uzak, işletme mâliyeti son derece yüksek ve görev profili/mil başına yakıt tüketimi açısından başarısız, başka sorunları da olan araçlar olsalar da çok büyük sayılarda satın alındı. Ayrıntılara aşağıda biraz daha değinebiliriz. Sonuç olarak kazanan: İngiltere ve Almanya ve İsveç ve İsviçre.
  5. Alabora olduğunda kendiliğinde doğrulan botlar olarak ifâde edilmiş olanlar Damen tarafından inşa edildi, adamlar Antalya Serbest bölgesine çöreklendikleri için bu botlar adeta yerli oldu! Sonuç olarak kazanan: Hollanda.
  6. Yeni SAGET botları, zâten yukarıda bahsi geçti. Sonuç olarak kazanan: İngiltere ve İsviçre, biraz da İspanya.

"Yerli ve Milli Üretimin Önemi" başlıklı bir yazıda bile tamamen ithal tasarıma ve mühendisliğe üstü kapalı şekilde övgüler düzülüyor olması en hafif ihtimâlle girişteki kısa hikâyesinin bir yansımasından ibâret değil midir? Değilse nedir?

Resim.6) Tasarım ve Mühendisliğinin BMT / Nigel Gee tarafından yapıldığı BMT internet sitesinde açıklanan milli(!) SG botlarımızdan birinin tantıldığı .pdf'nin ilk sayfasının ekran görüntüsü.


Yukarıdaki resimde görülen Sahil Güvenlik botu hakkında zaman içinde yayınlanan çeşitli verilere ve beyanlara göre; örneğin bu ETP malzeme ile inşa edilen araçların reçineleri ingiltereden, kaportaları ABD'den, mataforaları Avusturya'dan, sert tabanlı şişme botları İngiltereden, klaslaması bile Norveçten vs. şeklinde uzayıp giden bir ithalat sıralaması yapabilir. Buna mukabil Türkiye'de tamamen milli olarak arge ve üretim yapan reçine üreticileri, matafora üreticileri, kaporta üreticileri, şişme bot üreticileri, milli klas kuruluşu mevcut iken böyle tercihler yapılması, böylelikle üstelik eşdeğer kaliteye çok daha fazla para ödemek yoluna gidilerek, yerli üreticilerin (ve aslında vatanın ve milletin) adeta cezalandırılması nasıl açıklanabilir?

Tabii ki tahrik sitemi gibi ithal olmasndan başka çare olmayan bileşenler neden yerli değil demiyoruz ama bu tekne üzerinde yerli seçenekleri olan bütün bileşenler itinayla ithal olarak seçilmişken geriye yerli ve milli olabilmesi için ne kalıyor? Tasarım ve mühendislik. Şu işe bakın ki onu da ingiliz Nigel Gee ve Ortakları (daha sonra BMT'ye bağlandı) yapmış! Sonuç; elde var koca bir sıfır. Ama açıkça düşmanınız olan medyanın hangi türlüsüne bakarsanız bakın hepsi büyük bir zafer!

Bitti mi? Bitmedi. Son bir örnek daha verelim. Aşağıdaki bir Güney Afrika sitesinden 10 sene kadar önce alınmış bir ekran görüntüsü var. Adamlar bizim 9,5m'lik şişme bot işini bile bize kaptırmamışlar! Vay hâlimize... Söz konusu siteyi incelediğinizde (bugün için bu resmi kaldırmışlar) ve müşterilerini gördüğünüzde hangi ülkelerle eşdeğer seviyeye düşmüş olduğumuz da maalesef anlaşılabilir. Sonuç olarak kazanan: Güney Afrika.

Resim.7) Bir SG projesi daha ve tabii ki bir ithal tasarım ve mühendislik daha.


Üstelik Sahil Güvenlik Konutanlığı 2010 öncesinde teslim edilen bu botların kullanıma girer girmez yaşamaya başladığı sorunları, tasarım kaynaklı olduklarından çözülemeyen bu sorunların sebep olduğu inanılmaz büyüklükteki, süregelmekte olan bakım-onarım mâliyetlerini çok iyi bilse de tasarımcı gâvur olunca akan sular duruveriyor, kim olursa olsun ama yeter ki bu topraklardan biri olmasın...

Hepsi bir tarafa, bu teknelerin üzerinde ingilizce ibareler yazılı olması bile zâten tek başına çok şey anlatıyor. Anlatmıyor mu? Yine kısa hikâyeye dönüş...

Sonuç

Başlangıçta dediğim gibi yazı yumuşak olmalı, bu sebeple burada kesmeye başlamalı.

Tasarım açısından konuşmak gerekirse mesele çok uzar. Yine de ufak bir değişken ile bitirelim; mil başın yakıt tüketimi. Bilhassa Türkiye'deki gibi eşi görülmemiş büyük sayılarla ve tek seferde, gerçek rekabet ortamı da oluşturmadan alımlar yapıldığında bile kimseler tarafından umursanmayan bir değişkendir bu. Yalnızca birkaç tane küçük sahil güvenlik aracı söz konusu olduğunda, yıllık ortalama görev süresine de bağlı olarak ciddi bir zarar söz konusu olmayabilir.

Diğer taraftan aynı tekneden 150-160(!) adet alındığında ve bu 12m'lik botlar oldukça güçlü motorlara sahip olmalarına rağmen ancak saatte 35denizmili sürâte ulaşabiliyorsa, iyi bir tasarıma nazaran toplamda her sene milyonlarca dolarlık fazladan yakıt harcanması kaçınılmaz olur. Ayrıca aynı konu açısından [3] üzerinde MRTP29 botları için yapılmış böyle bir değerlendirme de meraklısına hitap edebilir.

Ülkenin etrafı denizle çevrilidir ama bu denizlerdeki şartlar da ihtiyaçlar da belirgin farklılıklar göstermektedir ve bu sebeple oluşturulacak çözümler de söz konusu değişkenlere göre çeşitlilik göstermek zorundadır. Bu sebeple aynı deniz aracından tek kalemde bu kadar büyük sayılarla almak ve üstelik bunu tek bir üreticiden sağlamak birden fazla açıdan çok çok büyük bir hatadır. Bu hata inanılmaz büyüklükte bir maddi harcamaya karşın görev etkinliği açsından kaçınılmaz olarak yetersizliklerle de sebep olacaktır.

Buraya kadar kısaca özetlenmeye çalışılan ve yalnızca Sahil Güvenlik Projeleri bağlamında örneklenen ve ülke denizciliğine, mühendisliğine, bilimine, sanayiine ve saygınlığına açıkça çok büyük zararlar veren bu uygulamaların sebepleri ve sorumluları olmalıdır. Bunu üç kelime ile özetlersek ve kolay bir bilmece havası da verirsek belki şöyle bir tahminde bulunabiliriz:
M*****k B********k O******i.

Bu vatanın çocukları ki bu yazı özelinde mühendisleri, daima böyle bir muameleye maruz kaldıklarına göre buralardan gitmek istemelerini de anlayışla karşılamak uygun olur, her ne kadar aynı fikirde olmasam da. Yukarıda bahsi geçen konuların başrol oyuncularından BMT (İngiltere) ve Damen (Hollanda) kendi ülkelerinin derin devletlerinin ve istihbaratlarının tam desteği ile bu toprakların insanlarını, gözümüzün önünde kolayca parya hâline getirebiliyor. Bizim derin devlet ise ancak Kurtlar Vadisinde takılıyor ; )

Hepsini özetlersek: Biz eşek olmaya razı olduktan sonra semer vurmak isteyen hâliyle çok oluyor; fransızından, almanına, ingilizinden, italyanına, amerikalısına ve dahi hollandalısına, hatta elinde iki semerle üzerimize gelmekte olan, biti daha yeni yeni kanlamaya başlamış ispanyoluna kadar...

♦ Kaynaklar

1. Sahil Güvenlik Dergisi 2021 Ekim - https://www.sg.gov.tr/kurumlar/sg.gov.tr/komutanlik/yayinlar/2021ekim.pdf
2. Sahil Güvenlik Dergisi 2020 Ekim - https://www.sg.gov.tr/kurumlar/sg.gov.tr/komutanlik/yayinlar/sgdergiekim2020.pdf
3. Yanlış Tekne Formları / Gemi ve Deniz Teknolojisi - Sayı 167, 2006, Erbil H. Serter
 
Telif Hakkı © 1997-2024 [uskudar.biz]
- sürüm 6.0.0 - Bütün Hakları Saklıdır.
Kullanım şartları için tıklayın!