Baş Üryân Sîne Püryân
Salı, 09 Nisan 2019

Üsküdar'da mezarlık, 1890'lar.

Doğrusunu söylemek gerekirse önceki site hayatını tamamlandıktan sonra ziyaretçilerden gelen tepkiler gerçekten son derece şaşırtıcı ve beklenmedik oldu. Diğer taraftan kapanış yazısında bahsi geçen taktik varsayımın(!) gerçekçi ve uygulanabilir olmadığı da kısa zamanda anlaşıldı...

Mezar taşlarını koyun mu sandın?

Bu arada başa gelen bâzı şahsî hadiselerle de birleşince çalışmaya(!) devam etmek gerekli hâle geldi. Yine de bu kez hem içerik seçiminde hem de sunum tarzında öncekine göre daha farklı bir çerçeve içinde kalınması düşünülüyor.

Yaftalar:
Devamını oku...
 
Denizbey
Perşembe, 29 Şubat 2024

Denizaltı Savunma Harbi (DSH) söz konusu olduğunda helikopterlerin işin içinde olması vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Türkiye'ye yönelik denizaltı tehditleri, coğrafi şartların oluşturuğu etkenlerle birlikte değerlendirildiğinde, Türk Deniz Kuvvetlerinin ne kadar güçlü bir DSH yeteneğine sahip olması gerektiği kolayca anlaşılabilir.

Denizaltılara karşı mücadele; denizaltılar, gemiler ve hava araçlarından oluşan bileşke bir güç tarafından ortaklaşa yürütülürse başarılı olabilir. Bu sebeple güçlü bir DSH faaliyetinde söz konusu bileşenlerin hepsi çok önemlidir. Şimdi ise bunlar içinden yalnızca hava araçları içinden birine odaklanılacaktır: DSH Helikopterleri ve Türkiye..

Devamını oku...
 
Anadolu Mayası - Türk Kimliği üzerine bir inceleme
Cuma, 27 Mayıs 2022

Ay Yıldızlı Al Bayrak

[  Anadolu mayasında, "Ay Yıldızlı Al Bayrak"ın üzerinde "birlik" yazar. Bu bayrak her yerde "şeref"le açılır; "vatan"ın bekası için, "can pazarı"nda "susamışın su içmesi" gibi teslim edilen "can"ı, "can"ın "asli aidiyet"ini ve "birliğimiz"i gösterir, bu itibarla "kutsal"dır.   ]


Anadolu MayasıÖnceki yaz, evlere hapsedildiğimiz sokağa çıkma kısıtlamalarının kaldırılmasından hemen sonra hem denizi koklamak, hem de hasret gidermek için arkadaşlarla Salacak İskelesinde buluşmuştuk ki Hayrullah Amca ile de karşılaştık. Hoşbeşten sonra bana hemen mutlaka okuman lâzım diye bir kitap tavsiye etti: Anadolu Mayası.

Kim yazmış diye sordum, Yalçın Koç dedi. Bir an düşündükten sonra hani fizikçi olan, Ahmed Yüksel Özemre'nin talebelerinden olan mı diye sordum, ta kendisi dedi. Bütün bu göstergeler ışığında kitabı hemen alıp okumak şart oldu.

Bu arada Yalçın Koç'tan ilk kez nasıl haberdar olduğumdan [1] üzerinde bahsetmiştim ve her ne kadar o yazıda da bahsi geçen "Portreler Hatıralar" isimli kitabı doğrudan tanıtmaya fırsat olmadıysa da bu vesileyle bir kez daha hatırlatmış olayım, hem böylece o kitap vasıtasıyla bahsi geçen yazarı da birazcık daha tanıma fırsatı bulmuş olabilirsiniz.

"Anadolu Mayası"na gelirsek, kısaca; hayatımda okuduğum en etkileyici kitaplardan biridir diyebilirim, şahane bir eser.

Daha fazla yoruma gerek yok, yalnızca birkaç cümle [sarı] alıntı ile kararı okuyuculara bırakmak yeterli. Tabii ki bu topraklarda doğup, yaşayıp da mayası tutmamış olan bahtsızlara yönelik bir kitap da değil ; )
Diğer taraftan, tanıyabildiğim kadarıyla, siteyi düzenli olarak izleyen arkadaşların büyük bölümüne doğrudan ve deriden hitap ediyor...

[  Bu kitap, Anadolu mayası üzerine bir incelemedir.   ]

[  Anadolu mayası, Anadolu Türk kimliğinin esasıdır; yok olmak, yok edilmek tehlikesi içine düşürüldüğümüz bu safhada, kurtuluşun yegane yoludur ve nihai dayanağıdır.   ]

[  "İnsan" kavramının bulunmadığı diyarda, "maya"dan ve "öz"den söz edilemez.   ]

[  Anadolu mayası, "farklı katmanlar"ın bir "sentez"i olamayacağı gibi, "kültür" esasına dayanan "antropoloji" anlayışı ile de "örtülerek kuşatılamaz" ve temellendirilemez.   ]

[  Batı'nın esası iki adet "dil"den ve bir adet "kurum"dan ibarettir. Diller, "Grekçe" ve "Latince"dir; kurum ise "Kilise"dir. Batı'yı, bu itibarla, "Grek-Latin-Kilise diyarı" olarak vasıflandırdık. Grek-Latin-Kilise diyarında, “ferdi bireysel özgürlük” iptal edilir.   ]

[  Şimdi soralım: Anadolu mayasında, “ferdi özgürlük”ün esası nedir?   ]

[  Anadolu mayasında, “ferdi özgürlük”ün esası “gönül”dür. Anadolu mayasında, “birey”, “gönlünü bilerek” “özgür” olur.   ]

[  Anadolu mayasında, “ferdi birey”in asli vasfı, “özgür” oluşudur. Oysa, Grek-Latin-Kilise diyarında, “birey”in “yığınsal” olarak oluşturulması, “birey”in “asli özgürlüğü”nün iptal edilmesine bağlıdır..   ]

[  Bu diyarda, “bireysel özgürlük”, “yığınsal birey”ler arasında, “zıtlık” esasına dayanan bir “sınırlandırma-serbestleştirme” ilişkisidir; bu, Anadolu mayası açısından “sözde özgürlük"tür. Grek-Latin-Kilise diyarında, “ferdi bireysel özgürlük”ün, kısacası “özgürlük” ün yolu “kapalı”dır.   ]

[  Anadolu’daki ferdi bireyin dayanağı "Türkistan"dan gelen "kelam"dır. Yani bizatihi kendi "öz"üdür, kendi "esas"ıdır. Yığına dayanılarak "ferdi birey" olunmaz. "Ferdi birey" olunmadan "insan" olunmaz. "İnsan"ın olmadığı yerde" medeniyet" olmaz. Medeniyet Anadolu’ya mahsustur. Teknoloji ile medeniyeti karıştırmamak gerekir.   ]

[  Grek-Latin-Kilise diyarında, “ferdi bireysel özgürlük” iptal edilir.   ]

[  Anadolu mayasında, "ferdi özgürlük"ün esası "gönül"dür. Anadolu mayasında, "birey", "gönlünü bilerek" "özgür" olur.   ]

[  Anadolu mayasında "bilgi" mayalanma neticesinde "gönlün bilinmesi" ile, aslın bilinmesi ile ortaya çıkan bir dönüşümdür...   ]

[  Mutlak olan "kelam", izafi olan söze sığmaz. Nasıl sığsın; "izafi" olan, "mutlak"ı nasıl kuşatabilir.   ]

[  Nasreddin Hoca'nın çaldığı maya hiç tutmaz mı, tabii ki tutmuştur; ama nerede ve nasıl tutar? "Göl" nedir, "çalınan maya" nedir, "mayayı çalan" kimdir?   ]

[  "Binilen dalın kesilmesi" neticesinde ayak yere basar. "Binilen daldan düşüş" ve bunun neticesinde "yere basış", bir "dönüşüm"dür. "İnilen", artık "kesilebilecek bir şey" değildir; "esas"tır. Burada yol yürünür.   ]

[  "Anadolu'da ki Vahhabilik", "Kilise"nin Anadolu'daki mütekabilidir; "Kilise"ye, Anadolu'da karşılık gelendir.   ]

[  "Kilise erbabı" ile "Anadolu Vahhabileri" arasındaki fark, "dış"sal bir "kılık kıyafet" farkından ibarettir, gerisi aynıdır.   ]

[  "Vahhabiler"in "vatan"ı iktidar sağlamak üzere "mevzuat düzenledikleri her yer"dir. Bu ahval Anadolu Mayası ile uyuşmaz.   ]

[  Anadolu mayasında "vatan", "ferdi birey"in yeşerip geliştiği ve "ferdi birey"lerin "birliği"nin oluşturduğu mekandır. "Vatan"ın "esas"ı, Anadolu mayasında, "ferdi birey"in "asli aidiyeti"ne dayanır, bu nedenle "vatan", "kutsal"dır. Anadolu mayasında, bu nedenle "vatan" için "susamışların su içmesi" gibi "can verilir" ve gerekli olduğunda "vatan" için tereddütsüz "baş alınır".   ]

[  Vahhabiler" Anadolu mayasındaki "vatan"ı fark eder ama idrak edemez; "asli aidiyet" yoluyla "vatan"ı idrak edebilselerdi, "dönüşür"lerdi.   ]

[  "Vahhabiler" Anadolu mayasının halkı değildir, çünkü "mayaları tutmamış"tır.   ]

[  "Vahhabiler"in kendilerine mahsus "vatan"ları olduğu gibi, kendilerine mahsus "bayrak"ları da vardır.   ]

[  "Vahhabi bayrağı", sadece kendi aralarında "gizli saklı" açılır; bu bayrağın üzerinde "nifak" yazar. "Vahhabi bayrağı" Anadolu mayasının sağladığı "birlik"e karşı durur.   ]

[  "Vahhabi"nin doğası, "nifak"tır; "birey"in esasını örten bir "bölücülük"tür.   ]

[  "Birliği" ortadan kaldırmanın ilk adımı, "birliğin kimliğini" sorgulamaktır. "Vahhabi", bu itibarla, önce "birliğin kimliği"ne nifak sokar... Bölmek için, Grek-Latin-Kilise diyarındaki "yığının" kuruluş unsurlarını, mesela "etnik" farkları kullanır.   ]

[   Anadolu "Vahhabi"si bazen "siyasi kisve" altında kendini gösterir. Bazen de, "cüppe" giyer, "dini kılık" içerisinde, "ortalık yerde" "ağlaya sızlaya" iş tutar; bunda da "Vahhabi"nin ahvali, "Sodom ve Gomore" ahvalidir.   ]

[  "Tarih"in "bu an"ı itibarıyle, "Anadolu mayası"nın maruz bırakıldığı "yok olma, yok edilme" tehlikesi, "Endülüs mayasının" uğradığı "kırım" ile yakında alakalıdır.   ]

[  "Vahhabi damarı"nın ortaya çıkardığı "mevzuat", Grek-Latin-Kilise diyarındaki "müktesabat" ile kökten bir uyum içerisindedir. Grek-Latin-Kilise diyarı, "Vahhabiler" ile oluşturduğu bu kökten uyumu, önce bölmek sonra yoketmek üzere Anadolu'ya girmek için "köprü" olarak kullanır.   ]

[  Hem kendi "doğa"ları itibariyle, hem de Grek-Latin-Kilise diyarı ile sağladıkları "kökten uyum" nedeniyle "Vahhabiler", Anadolu mayasının en tehlikeli "can düşmanı"dır.   ]

[  "Anadolu Mayası"nın esası, "cümle varlığın birliği ve kardeşliği"dir.   ]

[  Cümle varlığın birliği ve kardeşliğinin esası, Hatem olan Kelam’dır. Hatem olan Kelam’ı dinler arası diyalog yoluyla inkâr eden, cümle varlığın birliği ve kardeşliğini, esasen inkâr eder. Bu durumda hoşgörü ve tolerans sözcükleri yoluyla ortaya konulan kavramların esası, bizzat Kilise teolojisinden ibarettir..   ]

[  Anadolu Mayası neydi?   ]

[  Anadolu mayası''nı ''bilmeyen'', ''mevcut durum''u, ''Anadolu'' için ''son (final)'' zanneder. Oysa, “Anadolu”nun, nice “son” zannedilen “safha”yı, “sonlandırdığını” hatırlayamaz. Nasıl hatırlasın?   ]


[  Aşk olsun Anadolu'daki Maya'ya, Aşk olsun Anadolu'yu Mayalayanlar'a, Aşk olsun ve de Selam olsun Anadolu'da Mayalananlar'a, Aşk olsun ve de Selam olsun Anadolu için Can Pazarı'na Çıkanlar'a ve Can Verenler'e ve Verecekler'e.   ]

Yaftalar:

♦ Kaynaklar

1. Portreler Hatıralar hakkında - https://uskudar.biz/denizcilik/tarih-ve-tekerrür-ve-türkiye-ve-almanya-ve-şu-ve-bu.html
 
Adalar Denizi'nde Sıradan Bir Gün
Cuma, 03 Aralık 2021

1999'un sıcak bir gününde, üç kişi bir kez daha arabaya atlayıp Bodrum'dan Marmaris'e yollandık. Yalancıboğaz yakınlarındaki bir iskelede bizi beklemekte olan teknelerde geceledikten sonra sabah erkenden kayıkları çözdük. Bu saatlerde Marmaris Körfezi'nin sergilemekten hiç çekinmediği, olağan ama muhteşem dinginliği içinde Kuzey yönlü bir seyir daha başlamış oldu.

Serdar ve ben kayıkların birini, Ali de kim olduğunu hatırlamadığım bir arkadaşla birlikte diğerini aldı. Boğazdan çıkar çıkmaz motorları susturduk ve yelkenleri açtık. Her zamanki gibi kafadan gelen ; ) ama bu bulutsuz günde bizi kavurmaya başlayan güneşin etkisini hissetmememizi de sağlayan, tatlı bir fırışka ile biribirimizle de yarışarak, orsa tıramola Serçe Limanı civârına ulaşıverdik.

Ama daha Bozukkale'ye gelemeden, ufukta Kuzeyli rüzgârın değişmekte olduğunun ciddi işaretlerini görmeye başlayınca hemen ana yelkeni indirdik, henüz floğu saramadan sert bir hava duvarı kaçınılmaz olarak bize çarptı ve artık keyif yeni bir boyut kazanıyordu ; )

Devamını oku...
 
Gazavât-ı Hayreddin Paşa
Çarşamba, 23 Haziran 2021

Gazavât-ı Hayreddin PaşaUzun yıllar boyunca, site vasıtasıyla irtibat kurup fikir alış-verişinde bulunduğum kıymetli pekçok arkadaş içinden tarih - siyâset - strateji üçlüsüne meraklı olanlara kesinlikle okumalarını tavsiye ettiğim ilk eser dâima "Gazavat-ı Hayreddin Paşa" olmuştu ama nedense bir türlü bu çok önemli kaynaktan doğrudan bahsetmeye fırsat olmamıştı.

Artık bu kusuru ortadan kaldırmaya çalışmanın zamanı geldi. Oruç ve Hızır kardeşlerin gazaları pek çok el yazması esere konu olmuştur ve bunlar içinden en meşhuru ise Kânunî Sultan Süleyman'ın isteği üzerine Hayreddin Paşa'nın emri ve yardımı ile kendi yanında çok savaşlara iştirâk etmiş bulunan Seyid Murâdî Reis'e yazdırılmış olan ve burada bahsi geçen kitaba temel oluşturan eserdir.

"Gazavât-ı Hayreddin Paşa"ların nesir ve nâzım hâlinde yazılmış muhtelif el yazması örnekleri mevcuttur. 1970'lere kadar bu eserlerin hiçbiri ne eski, ne de yani harflerle basılmış, dolayısıyla halka intikâl etmiş değildi! Yan tarafta ikinci cildinin kapağını gördüğünüz; "Barbaros Hayreddin Paşanın Hatıraları" adıyla yayınlanan, iki ciltlik ilk çalışma 1970'lerin ikinci yarısı civârında Ertuğrul Düzdağ tarafından hazırlanmıştır ve kendisinin giriş bölümünde ifâde ettiği üzere ilmî bir neşriyât değildir.

Hemen birkaç satır alıntı da vermek gerekirse, ilk önce kitabın yazılış sebebinin açıklandığı cümlelerle başlamak en iyisi olur:

"Ve bundan sonra, sultan-ül a'zam ve melik-ül muazzam, ümmetlerin metbûu, Arab, Acem ve Rum reislerinin efendisi, emniyet ve selâmetin yayıcısı, adâlet ve ihsânın koruyucusu Osman Han'ın oğlu Orhan Han'ın oğlu Murad Han'ın oğlu Mehmed Han'ın oğlu Bayezid Han'ın oğlu Selim Han'ın oğlu, es sultan ibn-is sultan Süleyman Hân hazretleri -Allah onun mülkünü zamanın ve devranın nihâyetine kadar devamlı kılsın, amin yâ Rabbel âlemin- bir gün ferman buyurdular ki:
Sen ve karındaşın nasıl ortaya çıkıp, cihad meydanına atıldınız? Bunun sebebi ne idi? Kimlerdensiniz? Kul tâifesinden mi, sâirlerden mi? Bu zamana gelinceye kadar ufak, büyük, karada ve denizde, ne şekil gazalar oldu ise, baştan sona kadar, ne eksik ne fazla, gerek nazım gerek nesirle, yazıp bir kitap düzüp buraya gönderin ki, eskiden yazılmış tarihlerin yanında, Hazine-i Âmire'mde bulunsun!"

"Bu yüce fermana can baş üstüne deyip, Seyyid Murâdî'yi çağırttım.
Seyyid Muradî, emrimdeki reislerden Durak Reis'in baştardasında gazalara iştirak eden bir deniz yiğidi idi. Gazalarımızı nazımla destan edip söylerdi."

Bu eserin bir ilkokul öğrencisinden, bir Amirale ve de bir Cumhurbaşkanına kadar çok geniş bir kitleye doğrudan hitap edebilen bir yapısı olduğunu bilhâssa vurgulamak gerekir. Eğer bu kitabı bir kez okumuş olsanız bile, araya yedi-dokuz yıl kadar koyarak tekrar ve tekrar okuduğunuzda her seferinde içinde yeni birşeyler keşfetme ihtimâliniz oldukça yüksektir. Denizciliğe gönül vermiş olanların bu eseri, birkaç kez okumaması çok büyük bir kayıptır.

Kitabın sunduğu şu samimiyete:

"Sonra Preveze karşısında olan Ayamavra'ya geldim. Burada karada hazır yeni yapılmış daha derya yüzüne inmemiş, yirmidört oturaklık bir yeni tekne buldum...
Amma bir nâzenin tekne ki, ancak bu kadar olur. Belki âlemin Behzâd'ı tasvirini edemez. Ben bu teknenin âşık-ı üftâdesi oldum. Teknenin etrafında kısa bağlanmış buzağı gibi dolaşıp yatar oldum."

Şu tatlı akıcılığa bir bakın:

"... Oruç Reis, koluna bir misket dokunup, ağır yaralandı ve kendinden geçti... Kıyıdaki hâli deryadan seyredip dehşete düştük... Baktım ki iş işten geçmiş, belâ deryası hadden aşmıştır. Hemen can başıma sıçradı. Teknelerden üç dörtyüz bahadır gazi yiğitle beraber karaya çıkıp yetiştik.
Dalkılıç, âteştâb olup, kâfir-i ebedîleri öyle bir kırış kırdık ki, kıra kıra mel'unları kale kapısına dar soktuk. Üç yüzden fazla kâfir-i bîdinleri kılıçtan geçirip, yüzelli kadarını da diri tutup esir eyledik."

Hızır Reis'e Hayreddin adını ve ünvânını bizzat Yavuz Sultan Selim Han vermiştir:

"Sultan Selim hediyeleri bizzat görüp beğendi. Padişah-ı İslam iki ellerini kaldırıp bana dualar kıldı:
Hızır Reis, Nasreddin ve Hayreddindir. Hayreddin lalam düşmanlar üzerine daima muzaffer olsun. "

"... Tekneler, Tersane-i Amire'ye çekilip eksikleri gedikleri miriden düzüldü, koşuldu... Bana ve ağam Oruç'a da mahsus yirmi yedişer oturak iki firkate yapıldı... Günlerden bir gün, Sultan Selim hazretleri Muhiddin Reis'i huzura çağırıp bizlere göndereceği emanetleri teslim eyledi.
İki elmas kabzalı kılıç verdi. Biri Hızır, biri Oruç Reis'e diye, ki her biri birer Rum haracı değer. İki sorguç ve sırtlarımıza birer hil'at ve iki firkate gemi verip:
—Büyük firkateye Hızır lalam binsin ve öbürüne Oruç lalam binsin. Gazalar eylesinler...
Dedi."

Küçük bir savaş sahnesi bu kadar mı güzel anlatılır:

"Hemen inâyet-i Hak'la, gaziler apansızın dalkı­lıç âteştâb olup kâfirlerin kalp cenâhına girdiler. Öyle bir giriş girdiler ki vasf olunmaz. Kâfirlerin başlarına güya kıyametler kopup:
—Acaba kıyamet mi oldu, sur mu çalındı?
Deyu azizlerinden medet talep etmeye başladılar. Amma gazilerin alev saçan kılıçları azizlerin himmetlerinden önce erişip, menhus kellelerini bostan kesimi gibi ayaklar altına yuvarladılar. Pis vücutlarını zemine akan kanları alıp götürdü. Hâsılı kelâm adaya yetişenler kurtuldu. Yetişemeyenler ateşi buldu..."

Ama hepsinden iyicesi, bu kitap tek başına dünü, bugünü ve yarını sunmaktadır.

Bunu okuyan herkes ancak alabileceğini alır. Günümüzde kerli ferli adamlar ortalıkta Akdeniz'de neler olup bittiği hakkında konuşmayı pek seviyorlar ama pek çoğu tedrisâtından geçtikleri, bir nevî kulu oldukları Batının gözüyle duruma baktığı için söyledikleri ile toplumu kandırmaktan, en azından zihinleri bulandırmaktan başka bir iş yapmıyorlar.

Oysa Gazavât-ı Hayreddin Paşa'yı dikkâtlice okuyanlar, tam da bugün Akdeniz'de ve Arap yarımadasında neler olduğunu, daha önemlisi neden olduğunu ve en önemlisi gelecekte neler olacağını doğru bir şekilde kavrayabilirler ve okumayanların ise durumu anlayabilmesi kesinlikle mümkün değildir.

Aslında bu eserin temel kavramı tam olarak Türk Devletinin gelecekteki yöneticilerine ve askerlerine yol göstermekten ibârettir. Mesela:

"Cezayir'e doğru gitmek üzere iken firari mürted Telis Beyi'nden haber aldık. Sahra tarafında Necce denen yerde imiş. Hemen Necce şeyhine bir mektup yazıp gönderdim. Dedim ki:
—Ol mürtede söyleyesin ki, eğer mürtedlikten vazgeçip, tecdid-i iman edip, kâfire kul olmaktan tövbe istiğfar kılıp hâlis muhlis mümin olursa biz dahi suçundan geçeriz.
O zaman, Tlemsen Beyi'nin karındaşı oğlu olan mürted gazaba gelip:
—İspanya Kralı sağ olsun! Benim âhımı onda kor mu sanırsın? Hiç bir firkateci hırsız, Kral ile başa mı çıksa gerek. Yarın bir ağır donanma ile gelip Cezayir'i alıp beni Cezayir'e oturtması yakındır.
Deyip, laf harmanını esip savurmuş. "

"... Oruç Reis'in sözü bitince, alimler:
—Ey mücahit, onun katli sana helâldir. Bu kötü fitneyi ümmet-i Muhammed üzerinden def etmenizde büyük sevap vardır. Şüphesiz kılıçlarınız Arş-ı a'lâya asılır. Ona yardımcı olan eşkiyaları dahi cezalandırasın.
Diye fetva yazıp Oruç Reis'in eline verdiler. "

"Oruç Reis cümlemizle vedalaşıp bir mübarek saatte Cezayir'den çıkıp Telis'e yollandı.
Konarak göçerek Telis'e vardılar. Onların geldiklerini gören ileri gelenler suçlarını bastırmak için o mel'unu bağlayıp Oruç Reis'in huzuruna götürdüler. Hayınlar işte böyle kaltaban olur.
Gelenler:
—Ey mücahitlerin reisi! ... Diye başlayacak oldular. Oruç Reis hemen işaret edip, onları susturup, zincire vurdurdu. Dualar etmeye başlayan iki yüzlü münafıklar neye uğradıklarını şaşır­dılar. Düşünceye daldılar."

"Oruç Reis hepsini önüne dizdi. En başta ol müfsid ondan sonra sıra ile ötekiler yollu yolunca zincire dizilmişlerdi."

"Oruç Reis evvela ona hitab etti:"

"—Ey mel'un şimdi kendini nasıl bulursun? Karındaşım sana eman vermişti. Tövbe edersen suçunu bağışlarız demişti. Sen ona cevap verip, İspanya Kralı sayesinde benim öyle firkateci hırsızlara eyvallahım mı var, diye herzeler yemiştin. Elhamdülillâh hırsız değiliz, amma senin gibi din düşmanlarına yardım edici mürtedlere hırsızlarız."

Dedikten sonra, hemen cellât-ı bî-amana işaret edip kellesini vurdurdu."

"Bundan sonra Araplara döndü:
—Ey mel'unlar! Şu katl olan mürted beyinin önceleri tek başına gelip içinize girdiğinde: «Buranın sahipleri olan gaziler, senin buraya geldiğini istemezler» deyip, şimdi tutup bağlayıp huzuruma getirdiğiniz gibi o zaman bağlayıp getirmeye kadir değiller miydiniz? Böyle tutup bağlayıp getirmek evvelden gerekli idi.
Deyip hepsinin kellesini vurdurdu. "

"Ortalığı dilediği gibi nizama sokup yeni hâkim tayin etti. Üç günden sonra gazileri toplayıp divan edip şöyle dedi:
—Oğullar, elhamdülillah Hakk'ın inayeti ile bu hayın mürtedin ve ona uyup yardım eden iki yüzlü münâfıkların haklarından geldik.
Şimdi sizler bana yâr ü yaver olursanız, katl ettiğimiz mürtedin amcası olan Tlemsen Sultanı'na da bir bakalım. Zira onun dahi zulmü haddi aştı. İspanyol keferesine Tlemsen limanından daima gemiler yükletip, kâfire zahire gönderirmiş. Benim niyetim o tarafa doğru gitmektir, sizler ne dersiniz?
"

"Oruç Reis böyle deyince, gazilerin cümlesi bir ağız­dan çağrışıp:
—Niyet senindir! Her nereye teveccühün olursa, başüstüne!
Dediler... "

İlaç

Velhâsıl Oruç ve Hızır Reis'lerin tedâvi için başarıyla uyguladığı yaklaşık dörtbuçuk asırlık bu reçetede, Arap Devletlerinin bugün hâlâ taşıdıkları bu müzmin hastalığın tek ilacı açıkça bellidir; Türk kılıcı!
Ve hastalık artık Akdeniz'i aşıp Kızıldeniz, Umman Denizi ve Basra Körfezi bölgelerine kadar yayılmış ve yakın zamanda bize de bulaşmıştır, bütün yaptıklarına rağmen din düşmanlarına yardım edici, kâfire kul pensilvanya şeytanına tapanlar cemiyeti mensuplarına böylesine yumuşak davranılıyor olması ise mevcut en büyük tehlike olarak karşımızdadır...

 
Ah Gıdı Gıdı Meh Meh
Pazartesi, 17 Mayıs 2021

Durum!

Devamını oku...
 
Endoplazmik Retikulum
Çarşamba, 03 Mart 2021

Çanakkale Boğazı ve Güney Çevresi, Piri ReisBatı kıyılarımıza odaklanmak gerektiğinde, ciddi bir konum zaafiyetine sahip olduğumuz görülebilir. Diğer bâzı önemli etkenler yanında, ülkenin Kuzey kıyılarını, Güney kıyılarına bağlaması sebebiyle de son derece hassas bir su yolu olan Adalar Denizi, giderek hızlanarak ülkenin geleceği üzerinde daha ciddi bir tehdit hâline de gelmektedir.

Bu tehdide karşı koyabilmek tabii ki mümkündür, ancak dikkâtlice ve hassasiyetle hesaplanmış isâbetli tercihler yapabilmek kaydıyla. Söz konusu tercihlerin değerlendirilmesi; şu anda içine sürüklenmekte olduğumuz birtakım tuzaklar bağlamında, başka bir zamanda ele alınmaya başlanacak. Önce güncel coğrafî ve siyasî durumun bir neticesi olan "konum kaynaklı" olumsuz şartları kısaca ele almak gerekli.

Adalar Denizi üzerinde ikisi hariç tamamı yunan işgâlinde (üzerinde yerleşim olan) ikiyüzden fazla ada mevcuttur ki iskân edilmemiş adacıklarla birlikte bu sayı binlerle ifâde edilebilir.

Küçücük kayalıkların ne kadar önemli olabileceğini anlamak için mesela son yıllarda Güney Çin Denizinde; Spratly ve Paracel bölgelerinde yaşanmakta olanlara bir göz atmak yeterli olabilir. Son derece ciddi bir sorun olmakla birlikte, küçük adacıklar konusu buradaki kapsamın içinde olmayacak.

Devamını oku...
 
Ama Kralın Köpek
Salı, 23 Şubat 2021

?

Yakın zaman diliminde bütün bir medya ordusu, Türkiye'nin askeri teknoloji alanından sağladığı bâzı önemli ilerlemelerin parlaklığından da yararlanmak sûretiyle, ülkeye zarar verici birtakım oluşumları halka olduğundan çok farklı sunarak, oldukça sistematik bir şekilde aldatma faaliyetleri sürdürmektetir.

Günümüzde de geçmişte olduğu gibi, beşinci kol faaliyetlerinin uygulanmasında çok hassas görevleri olan basın-yayın kitlesinin başarısı(!) bugün öylesine yüksek seviyeye ulaşmıştır ki toplumu oluşturan çâresiz bireylerin beyinleri bir kavram çorbasına dönmüş durumdadır denilebilir. Şimdi bu konuda gâyet güncel bir örnek üzerinden durumun vahâmeti, bir kez daha, kısaca ispatlanacaktır.

Eski Yunan halkının muhtelif çakma tanrılarından olan bir savaş tanrısı ile söze başlayabiliriz. Bu tanrının ismi burada örnek olarak ele alınacak olan, savunmaya sanayinin tatlı pastasından olabildiğince büyük bir pay kapmaya çalışan, aynı zamanda Devlet bürokrasisi tarafından itinâyla himâye edilen, yerli(!) ve de milli(!) bir özel işletmenin adıdır aynı zamanda. Burada söz konuzu şirketin ingiliz derin devleti tarafından idâre edilen bâzı kuruluşlarla ilişkilerinden, ürünlerin teknik yetersizliklerinin değerlendirilmesinden vs. bahsedilecek değil ama sadece kelimelere odaklanılacak çünkü onlar çok şey anlatmaktadır, bakalım okuyucu ne anlayacak?

Lâfı ne uzatmaya, ne de dolandırmaya gerek var. Yukarıda tanımlanan işletme tarafından gâyet bilinçli olarak seçilen kelimeler aracılığıyla:

  1. Yunan kültürüne ait ve tâbi olunduğu ve doğal olarak Türk milletine düşman olunduğu, kendilerince beyân edilmektedir.
  2. Özellikle bir put ismi tercih edilerek, Türk milletinin dinine de düşman olunduğu açıkça ifâde edilmektedir.

Bitti mi? Bitmedi. Örneğin en yeni ürünlerine verilen isme de dikkât edin. 1073 tarihli Divan-i Lugati't Türk'te kayıtlı bulunan öz Türkçe bir kelimeyi kullanıp, bunun içine Türkçede mevcut olmayan harflerden birini yerleştirmek sûretiyle; sizin dilinize de düşmanız, mesajı da verilmektedir.

Üstüne, bütün masraflar da Türk milletinden tahsil edilmektedir! Devlet hepinizsiniz ve daha dikkâtli olup sudaki izleri fark ederek, yeri geldiğinde çüüşşş demedikçe, yöneticiler tek başlarına böyle durumları asla düzelt(e)mez.

Bitti mi? Pek sayılmaz. Bu kelime aynı zamanda 1821-25 döneminde yunan ayaklanmasının kahramanı olarak kabûl edilen geminin "adıdır" ki bugün Yunan bağımsızlığının, buna bağlı olarak İngiliz, Fransız, Rus ortak zaferinin ve dolayısıyla Türk mağlubiyetinin bir numaralı simgesidir. Hâlâ verilen mesajı ve oynanan oyunu anlayamıdınız mı? Sanırım hiç anlayamadınız...

Buraya kadar olanlar kabaca son birbuçuk asırdır sayısız örneğine rastlanabilecek bir durumdur ama asıl büyük mesele bu değildir. Gerçek sıkıntı, bugün kendini; milliyetçi, vatansever, muhafazakâr, Müslüman vs. olarak tanımlayan, hatta kendini zirvede gören(!) en azından benim karşılaştığım, istisnâsız herkesin, bu şirketi yere göğe sığdıramaması, vaziyet karşısında âdeta zil takıp oynamasıdır! Yunan kültürüne tâbi Türk milliyetçileri(!) Yunan putlarına tâbi Türk Müslümanları(!) ve sonuç olarak durumun farkında olanlar için dayanması oldukça zor bir çâresizlik hissi...

Ama eskiler it ürür, kervan yürür demişler. Dolayısıyla burada yazılanlar hiçbir şey üzerinde, hiçbir olumlu etkiye pek sebep olacak gibi değil, fakat bu kervan da bir pusuya gidiyor gibi...

?

 
Osmanlı Donanmasının Kaptanpaşaları - 1/11
Cuma, 13 Kasım 2020

Balta geçişi

Onbir sayfada tamamlanmak üzere Osmanlı Devleti tarafından Donanmayı idâre etmek üzere görevlendirilen kişilerin belirtildiği bir sıralama sunulacak, umulur ki konunun meraklılarına bir fayda sağlayabilir. Burada bahsi geçecek isimlerin ayrıntılı bilgileri ele alınmayacak, temel amaç sadece olabildiğince doğru bir kerteriz oluşturmaktır. Bu sayfalar mecburen güncellemeye açık olacaktır, veriler zaman içinde değişiklik gösterebilir.

Bu arada belirtmek gerekir ki Osmanlı denizciliği 1323 itibarı ile başlamış kabûl edilmekle birlikte, Türk Denizciliği Osmanlılar ile başlamadı, çok daha öncesi mevcuttur fakat bu konuyu ayrıca ele almak gerekir. İlk dönemde donanmaya komuta edenlere Derya Beyi deniyordu, donanmanın ve denizciliğin gelişmesiyle birlikte ünvanlar da değişti.

  1. Kara Mürsel Bey - 1326
    Denize ilk kez 1323'de ulaşan Osmanlı Beyliğinin ilk düzenli Osmanlı deniz gücünü, İzmit Körfezi'nde, bugünkü Karamürsel civarında kurduğu (1327) tersanede inşa ettirdiği gemiler ile tesis etti. Haziran 1329'da gerçekleşen Eskihisar savaşı neticesinde Doğu Roma donanması da kara ordusuyla birlikte mağlup edildikten sonra Türk denizcilik tarihi için artık yeni bir dönem başlamış oldu. Bahsi geçen bu ilk hafif ve hızlı donanma gemileri sınıfı, sonraki asırlarda Karamürsel olarak anılmaya ve inşa edilemeye devam etti.

    Çeşitli kaynaklarda Mürsel Alp'in, dönem itibarı ile denizcilik alanında Osmanlı Beyliğinden daha ileri durumda olan Karesi Beyliği kökenli olduğu belirtilmekle birlikte Osman Gâzi'nin silah arkadaşlarından Akça Koca'nın ölümünden sonra birliğinin Mürsel Alp'in emrine geçtiğini de göz önüne almak gereklidir ki bu durumda Mürsel Alp'in aslında Akça Koca'nın yanında ve Osmanlı Beyliği dahilinde yetişmiş olduğu düşünülebilir.

    Mürsel Alp son derece gözü kara bir cengâver olduğundan Orhan Gazi, kendisine Kara lakâbını taktıktan sonra Kara Mürsel olarak anılmaya başlandı. Türk tarihinde benzer şekilde Kara lâkabı taşıyan başka önemli şahsiyetler de mevcuttur, örneğin hemen aşağıdaki ikinci denizci gibi...

  2. Kara (Emir) Ali Bey - 1329
    Osman Gâzi'nin silah arkadaşlarından Aykut Alp'in oğlu olan Ali de Kara lakâbına sahip olan bir başka kahramandır. Kara Mürsel Bey'in ölümünden sonra Orhan Gâzi tarafından Donanmanın başına getirildi.

    Muhtemelen o dönem donanma komutanları için "Emir el Bahr" unvanı da kullanılmaya başlandığından buradan hareketle ismine bir de Emir ilâve edildi ki bugün bütün dünya dillerinde kullanılan amiral kelimesi doğrudan bu arapça tanımlamadan gelmektedir.

    Marmara Denizi'nin güneyindeki Galios adası Kara Ali Bey tarafından fethedildikten sonra onun adıyla anılmaya başlandı ve Emir Ali'den türeyerek zamanla İmralı oldu.

    Donanma Komutanı Kara Ali Bey 1356'da Gelibolu'nun fethi esnasında şehit düştü.

  3. Saruca Paşa - 1390
    Göreve gelir gelmez kurdurduğu Gelibolu Tersanesi ve Deniz Üssü ile Osmanlı Donanmasının Adalar Denizi hakimiyetinin temelini attı.

  4. Çavlı Bey - 1401
    Gelibolu'da Venediklilerle gerçekleşen bir muharebede şehit düştü.

  5. Saruca Paşa - 1414
    Çavlı Bey'in şehâdeti üzerine tekrar göreve atandı.

  6. Baltaoğlu Süleyman Bey - 1451
    Bugün Baltalimanı olarak bilinen Rumeli Hisarı'nın hemen kuzeyindeki kıyı, Konstantiniyye'nin fethi için şehri kuşatan ordunun deniz gücünün merkez üssü olarak kullanılması sebebiyle, bu derya beyinin lakâbından gelen isim ile anılmaktadır.

    Süleyman Bey, Boğaz girişindeki bütün adaları 18 Nisan'da fethettiyse de 20 Nisan'da yardım için gelen gelen üç Ceneviz ve bir Doğu Roma gemisinin Haliç'ten içeri girmesine engel olamayınca Sultan Mehmet'in öfkesini üzerine çekti ve kelleyi zor kurtardı.

  7. Hamza Bey - 1453
    Baltaoğlu'nun başarısızlığından sonra Donanmanın başına geçirilen Hamza Bey donanma gemilerini karadan yürütüp Haliç'e indirerek fetih için çok önemli bir katkı sağladı.

  8. Has Yunus Bey - 1455
    Foça ve Enes seferlerine komuta etmiştir.

  9. Hadım İsmail Bey - 1457
    Amasra, Sinop ve Trabzon seferlerinde görev yapmıştır.

  10. Yâkup Bey - ?


  11. Zagnos Mehmet Paşa - 1463


  12. Mahmut Paşa - 1470
    Venediklilerle yapılan muharebelere ve Eğriboz seferine iştirak etti.

  13. Gedik Ahmet Paşa - 1474
    28 Temmuz 1480'de 132 gemilik bir donanma ile harekete geçerek 18.000 asker ve 1.000 at ile Otranto'ya çıktı ve 11 Ağustosta kaleyi fethederek Avrupa'yı dehşete düşürdü.

  14. Mesih Paşa - 1480
    Başarısızlıkla sonuçlanan ilk Rodos muhasarasını yönetti.

  15. Hersek Ahmet Paşa - 1486


  16. Goygu (Güveyi) Sinan Paşa - 1491


  17. Kara (Nişancı) (Küçük) Davut Paşa - 1492


Son Güncelleme: Cumartesi, 28 Kasım 2020
 
İt Değiliz ki Dağa Küselim
Çarşamba, 17 Haziran 2020

Türk denizcilik tarihini, değerlendirme amacıyla muhtelif bölümlere ayırabilmek mümkündür ve bütün bu sahalarda yeterli miktarda kapsamlı çalışmanın yapıldığını söyleyebilmek de henüz pek mümkün sayılmaz. Bunun bir sebebi ve/veya sonucu, yansıması olarak da tarih bilincimizde ciddi sıkıntılar ve geçmişteki gerçekler ile aramızda çok ciddi kopukluklar olduğu rahatlıkla iddia edilebilir.

Diğer değişkenlerle de etkileşim hâlinde olan denizcilik konusu hakkında çok çeşitli başarılar ve başarısızlıklar ve bunların, gerek ülkenin, gerekse dünyanın gidişâtı üzerindeki etkileri söz konusu olabilirse de bu yazıda daha özel bir konuya el atılacağı için böyle ayrıntılara pek girilecek değildir. Buradaki mevzunun merkez noktasını ise İstanbul Haliç'de kurulan Tersane-i Âmire teşkil edecektir denilebilir ama geçmiş açısından değil de gelecek açısından.

Tabii ki denizcilik konusu, ülkenin; siyâsî, içtimâî, iktisâdî, maddî, mânevî vesaire gibi değişkenlerinden bağımsız olarak değerlendirilemez ve anlaşılamaz çünkü bu etkenlerin tamamı bir bütünü oluşturduğu gibi en alâkasız gibi görünen konu başlıklarının bile karşılıklı derin etkileşimleri söz konusudur.

Örneğin, tarih açısından bakıldığında görülebileceği üzere, kimi zaman devletin iktisâdî zayıflaması denizciliği sekteye uğratmaya, zayıflayan denizcilik ise devlete hasar vermeye başlamıştır, diğer bir ifâdeyle karşılıklı olarak birbirini tetikleyen bir nev'î kısır döngü söz konusudur ve daha eskiye gidilirse bu durumun tam tersinin geçerli olduğu zaman dilimleri de fark edilebilir... Bu sebeple konuyla ilgili tarih çalışmaları, en az teknik çalışmalar kadar önemlidir.

Resim.1) Tersane-i Âmire'nin sadece bir bölümünün görüntüsü, 1890'lar olmalı. Ortada, donanmamızın ilk iki denizaltısının inşa edildiği büyük kapalı kızak hemen göze batıyor. Bu yapının içinden bir fotoğraf görmek isteyen buradaki yazıya göz atabilir.

Devamını oku...
 
Kafadanbacak
Perşembe, 23 Nisan 2020

Son zamanlarda çeşitli açılardan manyetizma olgusu ile doğrudan alâkalı birkaç konuyu ele alınca, aynı yönde ilerlemeye devam etmek de ister istemez uygun gibi göründü. Öyleyse şimdi mevzunun Denizaltı Savunma Harbi (DSH) boyutu ve önümüzdeki dönemde bu alanda yaşanması beklenen bâzı gelişmelerin muhtemel etkileri bağlamında üç beş cümle daha sarf edilebilirdi.

Hemen aşağıdaki manyetizma yaftası üzerinden birkaçına ulaşabileceğiniz üzere, aslında son derece kapsamlı olan bu konunun, sâdece bizim ilgi alanımıza giren bölümleri bile oldukça geniş bir çerçeveye sahiptir; gemilerin ve denizaltılarının manyetik izlerinin azaltılmasından, sualtı silahlarının tapalarına kadar...

Kalamar

Devamını oku...
 
Biz Yalan Rüzgârında Orsa Alabanda Eğlenirken
Cuma, 03 Nisan 2020

20.yüzyıl, diğer bâzı anahtar kavramlar yanında, toplum mühendisliği uygulamalarıyla kimi milletler tarafından, kimi milletler üzerinde, silah kullanmadan müthiş tahribatların yapılabilmiş olmasıyla da dikkât çekmektedir. 21.yüzyıl ise bu çalışmaların yıkıcı etkilerinin artçı depremler gibi darbeler vurmaya devam etmesine sahne olmaktadır ki artık milletler neredeyse hiç dış müdahâle gerektirmeden, bizzat kendi bireyleri tarafından gönüllü olarak tahrip edilebilmektedir. Somut örnekler vermeye gerek var mı?

Tabii burada böylesine geniş kapsamlı bir konuya girmek gibi bir niyet yoktu, bununla birlikte çok dar ve özel bir çerçeveyi, mekanizmanın işleyişini anlayabilmek ve olaylardaki düzeni(!) tanımlayabilmek için bir örnekleme maksadıyla kullanmak da düşünülebilirdi. Fakat devam etmeden evvel belirtmek gerekir ki öncesinde kaynak [3]'ü okumayanlar bundan sonrasından pek birşey anlayamayabilirler ya da daha kötüsü yanlış anlayabilirler.

O zaman lâfı daha fazla uzatmadan 26 Mayıs 1968'e gidiverelim. Benim için pek eski bir tarih değil ama temas ettiğim ziyaretçilerden algılayabildiğim kadarıyla bu yazıyı okuyacak olanların önemli bir bölümü için, muhtemelen henüz ebeveynlerinin bile dünyaya gelmemiş olduğu eskilikte bir tarih aynı zamanda.

Devamını oku...
 
Hidrobalistik
Perşembe, 19 Mart 2020

Mühimmatların serbest su yüzeyi ile etkileşimleri söz konusu olduğunda çok-safhalı akış şartlarının karmaşıklığının da etkisiyle, çözülmesi son derece zorlu durumların meydana geleceği aşikârdır. Dolayısı ile ihtiyaç duyulabilecek başarılı çözümleri oluşturabilmek için söz konusu etkilerin çok dikkâtli bir şekilde incelenmesi ve anlaşılabilmesi ihtiyacı elzemdir.

Bu ihtiyaç ise hidrodinamik biliminin özel bir altbaşlığı olarak kabûl edilebilecek hidrobalistik adlı çalışma sahasının kapsamına girer ve ilk paragraftaki mevzuya ilâve olarak "su içinde çok-safhalı yüzüş" özel durumu ile birlikte konu üç temel başlığa ayrılabilir:

  1. Suya giriş
  2. Sudan çıkış
  3. Süperkavitasyon seyri

Torpil - suya giriş

Devamını oku...
 
Uskumru'ya Çoğuz Aşılaması
Çarşamba, 05 Şubat 2020

Herhangi bir cisim, akışkan içinde hareket etmeye çalıştığında bir direnç ile karşılaşır ve söz konusu direnci yenebildiği ölçüde hareketine devam edebilir. Bu durum gemi, araba, uçak gibi araçlar için aşikâr olduğu gibi barajdan musluğumuza kadar gelen suyun, damarlarımızdaki kanın veya sıvıdaki mikropların vs. hareketleri için de geçerlidir, luzûci etkiler sebebiyle, fizikî açıdan suda yüzen bir bakterinin durumu ise bizim bal içinde yüzmemiz gibidir. Direnç kuvveti muhtelif bileşenlerden oluşur. Bu bileşenlerden biri olan sürtünme direncinin insanoğlu tarafından anlaşılmaya başlanmasında ilk adımlar ise Poiseuille ve Reynolds'ın öncü çalışmalarıyla atılmıştır denilebilir.

Proje 1710 Uskumru

Devamını oku...
 
Ya Zinaya, Ya Binaya
Pazar, 15 Aralık 2019

Bu kez geçici olarak, kısa bir süreliğine de olsa karaya çıkalım. İlk bakışta, eski bir makâleden [1] yapılacak uzunca bir alıntı ağırlıklı olarak ilerleyecek bu konunun, sitenin genel içeriği ile hiçbir alâkası olmadığı düşünülebilir. Doğrusu biraz daha dikkâtli bakılırsa, meselenin o kadar da ilgisiz olmadığı, hatta içinde bulunduğumuz genel vaziyet üzerinde, her ne kadar burada pek değinilmeyecek olsa da çok büyük bir etkisi olduğu sonucuna varabilmek de pekâlâ mümkündür.

Hemen alıntıya geçeceğiz ama bu arada "Milli İdealimiz Apartman Yaptırmak Mıdır?" başlığına sahip söz konusu yazının 1941 tarihli olduğunu iyice vurgulamak yerinde olur zîra bu ayrıntı bile başlı başına önemlidir, başlayalım:

Yaftalar:
Devamını oku...
 
Kimi Tatlı Peşinde Kiminse Tuzu Yok
Pazartesi, 11 Kasım 2019

$$ \Large G^{j}_{i} = -(8\pi G/c^{4})(T^{j}_{i} + t^{j}_{i}) $$

Hayat, istisnâsız her birimiz için asla kestirilemez, öngürülemez, akıl sır erdirilemez bir olaylar silsilesi değil midir? Buna inansa da inanmasa da istese de istemese de kabûl etse de etmese de tam olarak böyle olduğunun da herkes bal gibi farkındadır.

Her insan ayrı bir âlem, ayrı bir hikâyedir ama yine de bâzılarının hikâyeleri daha da bir acayip gibidir, belki ibret almamız için belki de asla bilemeyeceğimiz ve anlayamayacağımız başka hikmetler sebebiyle... Artık sadede gelirsek şimdi Anadolu'nun bağrından küçük(!) bir çobanın hikâyesi sahne alacak.

Doğrusu bu mesele kabaca son bir senedir internet âlemine, zaman zaman son derece aşırıya kaçacak kadar yanlış yorumlamalarla, yayılmış durumdaydı. Şimdi aynı dümensiz kayığa bi' de biz atlayalım, bakalım akıntı nereye sürükleyecek...

Devamını oku...
 
Pasparlak
Salı, 15 Ekim 2019

Dün, hazırlanmakta olan "Refah Faciası" hakkındaki yazı için döneme ait resmî belgeleri ararken kamuoyu tarafından "Fulbright Anlaşması" olarak bilinen vahim hâdisenin resmî belgesine [1] TBMM'nin genelağ sitesinde istemeden (ve nihâyet) denk geldim. Aslında uzun zaman önce de bu belgeyi aramış ama bir türlü bulamamıştım ve şimdi Refah'dan önce rotada küçük bir değişiklik yapmak elzem oldu.

Fulbright Anlaşmasının Resmî belgesinin ilk satırları...

Resim.1) Uzun yıllar boyunca devletin resmî görevlileri, düzenin sahipleri hatta Milli Eğitim Bakanları vs. tarafından, dalga geçer gibi, şehir efsanesi(!) olduğu iddia edilegelen 1949 tarihli anlaşmanın giriş bölümü ve ilk satırları.[1]

Devamını oku...
 
Ordo Classem Ab Chao
Pazartesi, 23 Eylül 2019

Bir tahminde bulunmak gerekirse; bu yazıyı okumaya çalışanların yaklaşık %49'u ne denmek istendiğini hiçbir şekilde anlayamayacak, yaklaşık %37'si kısmen ucundan ama büyük ölçüde tersinden anlayacak ve inanmayacak, kabaca %13'ü anlayacak ama vaziyet icâbı inkâr etmesi gerektiği için öyle yapacak ve geriye kalan helâlinden yaklaşık %'1 ise çok iyi anlayacak ki işte sadece o birkaç kişi için yazmaya değerdi. İkinci itici etken olarak denilebilir ki; mîzan kurulup hesap görüldükten sonra defter elime iskeleden verildiğinde, hiç olmazsa üzerinde ilâve olarak bir de "dilsiz şeytan" yazmamasını sağlayabilme yönünde küçücük bir ümitten de bahsedilebilirdi.

"Eski Türklerle komşu olup sürekli geçimsizlik ve savaşlar yüzünden tedirgin olan Çinliler, istihbârâtı çok önemsemişti... Çinliler casuslarını daha çok din görevlilerinden seçiyorlardı. Gök Tanrı'yı kutsal sayan topluluklara kendi inançlarını benimsetmek isteyen Çinliler ... tapınaklarda yetişen din adamlarını bu topraklara göndermeye başlamışlardı. Bu gezginci ajan rahipler hem misyonerlik yapıyor hem de edindikleri bilgileri yetkililere veriyorlardı."

Devamını oku...
 
Olmaz İlâç Sîne-i Sad Pâreme
Salı, 25 Haziran 2019

Biraz da "Milli Gemi"nin oldukça uzun hikâyesinden kısaca bahsedelim. Yine de gördüğünüz ve bildiğiniz kısmından değil de azıcık farklısından. Yoksa bilinenleri tekrar etmenin kime ne faydası olur? Kamuoyunun bildiği ve tanıdığı MİLGEM, meselenin meyvesiydi ama buraya nasıl bâdirelerden sonra gelinebildiği ve yol boyunca yaşananlar, çeşitli açılardan önemini dâima muhafaza edecektir ve unutulmaması gereklidir.

HRS 1.300 temelli ilk MİLGEM çalışmasına eşdeğer bir çizim

Resim.1) HRS 1.300 türevi, muhtemel ilk Milgem kavramsal tasarıma eşdeğer bir çizim. Silah yükü, düşük RKA önceliği ve gelişmiş hidrodinamik nitelikler dikkât çekici.

TCG Heybeliada aslında dördüncü(!) MİLGEM çalışmasıydı çünkü ilk üçü türlü dümenlerle yok edilmişti. Gerçek başlangıç noktasını bulabilmek için ise 32 veya 33 yıl kadar geriye dönmemiz gerekirdi.

Devamını oku...
 
Üsküdar'ın Kancabaşları
Çarşamba, 29 Mayıs 2019

Kancabaş olarak adlandırılan kayıklar Türk denizcilik kültürünün nâdide ve özgün örneklerindendi. İstanbul merkezli bir dağılımla Boğaziçi kıyıları hâricinde, Batı Karadeniz ve Çanakkale'ye kadar bütün Marmara Denizi bölgelerinde yirminci asrın ortalarına kadar yaygın olarak kullanılmış fakat 1970'lerde; kendi köklerini ve engin denizcilik kültürünü sadece bir nesil içinde, neredeyse tamamen gönüllü olarak terk eden bir milletin umursamazlığı neticesinde yok olmuşlardı.

Üsküdar kıyısındaki Şemsi Ahmet Paşa (Kuşkonmaz) Camii Rıhtımında bir Kancabaş, ~1942

Resim.1) Üsküdar sahilindeki muhteşem Mimar Sinan eseri Şemsi Ahmet Paşa Camii'nin rıhtımına iskele olmuş muhtemelen altı çifte bir Kancabaş (Alamana) hemen gerideki kayıkhanede ikincisi hazırlanıyor. Tahminî olarak sene 1942. Arkadaki Reji binaları ile Cami arasındaki arazi 1980'lere kadar kayık çekeği olarak kullanılmıştır ki aşağıdaki resimlerin pek çoğu tam da bu bölge civarında çekilmiştir.

Devamını oku...
 
Yusufçuk
Perşembe, 25 Nisan 2019

Yakın dönemde giderek önemini artıran mikro insansız araçlar teknolojisine yönelik gerçekleştirilen ar-ge çalışmaları açısından uçan böcek türleri bu alanda çalışanlar tarafından giderek artan oranda incelenmektedir. Gerek büyüklüğü gerekse mükemmel uçuş yetenekleri sebebiyle de yusufçuk adlı böcek söz konusu biyotaklit çalışmaları açısından üzerinde en çok araştırma yapılan canlıların başında gelmektedir.

Bu doğrultuda ele almaya başladığımız konular bağlamında denel ve hesaplamalı benzer çalışmaların [1] [2] [3] ... açık kaynaklarda ulaşılabilir olmasının da etkisiyle yusufçuk kanadını temel alan iki boyutlu durağan kesit için hesaplamalı çalışmalar ve elde edilen bâzı sonuçlar bu sayfada konuya ilgi duyabilecek olanlara sunulacaktır.

Yusufçuk Kanadı

Resim.1) İki çift kanada sahip olan yusufçuk adlı böceğin kanatlarından birinin yakından görünüşü ve tâkip eden hesaplamalı çalışmalarda kullanılan temsili 2B yusufçuk kanadı ve naca0012 kesitleri.

Devamını oku...
 
Altıyüzbir.Sekizyüzbir.Bir.Beşyüzaltmışdört
Cumartesi, 20 Nisan 2019

İki İbrahim - Müteferrika ve Halefiİbrahim Müteferrika denince insanın aklına düşen ilk imgeler daha ilk mektepten başlayarak zihnimize yerleştirilmiş mâlûm kalıplaşmış, sığ, güdük bir takım kırıntılar olarak zuhur ediyor öyle değil mi?

Nihayetinde insanların çoğu artık içlerine ustaca(!) yerleştirilmiş böyle türlü türlü düşünce kalıplarına her şart altında ve yanlışlığı kesin olarak ispatlansa dahi, ölene kadar bağlı kalmayı tercih ediyorlar ki bu zaafı kullanarak, toplum mühendisliği uygulamalarına hâkim durumda olan milletler diğer milletleri kolayca maymuna çevirebiliyorlar.

Hemen sağda kapağını gördüğünüz, Şubat 2019 itibarı ile birinci baskısı yayınlanan ve Kemal Beydilli tarafından yazılan kitap; İbrahim Müteferrika ve çevresinde gelişen olayları ki belki dönen dolapları demek daha iyi bir ifâde olur, belgelere dayanan en yeni tarihi bulgularla birlikte son derece titiz bir şekilde okuyucuya sunarak, öğrenmeyi ve düşünmeyi terk etmek istemeyen türdeki insanlara yeni bir ufuk açabilecek mâhiyettedir.

Kitaptan da biraz alıntı [sarı] vermek gerekirse:

"Çalışmamızın bu kısmında üç husus ortaya çıkmıştır:

1. İbrahim Müteferrika'nın (Macar mühtedisi), Bonneval (Fransız mühtedisi, nam-ı diğer Humbaracı Ahmet Paşa), evlatlığı Süleyman (İtalyan mühtedisi) ve kendi yetiştirmesi olan Küçük İbrahim (Osmanlı Kadısı) ile birlikte İstanbul'daki elçiler arasında bilinen, oldukça karanlık işlere erken tarihlerden itibaren karışan, edinilen bilgileri paraya tahvil eden bir ekip içinde yer alan ve bizzat kendisinin de elçilere "mahremâne" bilgiler ileten, şifre koduyla (601.801.1.564) anılan bir istihbarat kaynağı olduğu...

Hakkında vermiş olduğumuz bütün bu bilgilerin, daha ziyade matbaa kurusucusu ve kitap basımı işiyle uğraşan bir kültür adamı olarak tanıdığımız Müteferrika'nın genel imajını bir ölçüde değiştirecek mahiyette olduğu açıktır. Bütün bunların yanında Müteferrika'nın ayrıca açıkça dile getirilmeyen başka bir siyasi kimliğe daha sahip olduğu vurgulanmalıdır. Müteferrika aynı zamanda koyu bir "Macar" milliyetçisidir ve son nefesine kadar sürdürdüğü Avusturya karşıtlığı buradan kaynaklanmaktadır. Bu anlamda intikam duygusuyla hareket eden Bonneval'den farklı bir motivasyona sahip olduğu açıktır.

... Müteferrika, 1736'da başlayan Osmanlı-Avusturya savaşlarının devam etmesini ve özellikle 1740'dan itibaren on seneye yakın bir süre Veraset Savaşları sebebiyle zor günler geçirecek olan Habsburglar'ın hezimete uğramasını, vatanının kurtulmasında vazgeçilmez bir unsur olarak görür ve Osmanlı Devleti'nin yıpratıcı İran savaşlarına rağmen Avusturya ile asla barış yapmaması için çalışır..."

Son söz olarak denebilir ki gâyet hassas bir şekilde ciddi bir emek verilerek gerçekleştirilen böyle çalışmaları görünce, geleceğimiz hakkında biraz iyimser olabilmek de mümkündür.

 
Çok Alçak Re için Bir Çözüm Denemesi
Çarşamba, 17 Nisan 2019

Bâzı mühendislik çalışmaları açısından çok alçak Reynolds sayılarındaki akış şartları son derece önemli hâle gelmektedir. Bu doğrultuda, ileride ele alınması düşünülen, bilhassa biyotaklit temelli incelemeler için gerçekleştirilmesine ihtiyaç duyulan doğrulama faaliyetinin başlangıcını meydana getirecek olan bu ilk denemenin özeti aşağıda ilgilenenlere sunulacaktır.

NACA0012 kesiti etrafında Re 1.000 için hesaplanan girdaplılık dağılımı

Bu çalışmada OpenFOAM yerine Gerris adlı çözücüyü kullanmayı tercih ettim. Her ne kadar OpenFOAM ile de aynı çalışma gerçekleştirilebilecek olsa da söz konusu tercihin birden fazla mâkûl sebebi mevcuttu ki daha sonra yeri geldikçe bunlardan bahsedilecektir. Yeni sitede farklı açık-kaynak mühendislik yazılımlarına da ağırlık vererek olabildiğince fazla genç mühendis adayı ve mühendisin bu doğrultuda hem kendi hem de ülke çıkarları açısından doğru olan istikâmeti görebilmesi için küçük bir katkı sağlayabilmeyi de ümit ediyorum...

Devamını oku...
 
Telif Hakkı © 1997-2024 [uskudar.biz]
- sürüm 6.0.0 - Bütün Hakları Saklıdır.
Kullanım şartları için tıklayın!