Batı kıyılarımıza odaklanmak gerektiğinde, ciddi bir konum zaafiyetine sahip olduğumuz görülebilir. Diğer bâzı önemli etkenler yanında, ülkenin Kuzey kıyılarını, Güney kıyılarına bağlaması sebebiyle de son derece hassas bir su yolu olan Adalar Denizi, giderek hızlanarak ülkenin geleceği üzerinde daha ciddi bir tehdit hâline de gelmektedir.
Bu tehdide karşı koyabilmek tabii ki mümkündür, ancak dikkâtlice ve hassasiyetle hesaplanmış isâbetli tercihler yapabilmek kaydıyla. Söz konusu tercihlerin değerlendirilmesi; şu anda içine sürüklenmekte olduğumuz birtakım tuzaklar bağlamında, başka bir zamanda ele alınmaya başlanacak. Önce güncel coğrafî ve siyasî durumun bir neticesi olan "konum kaynaklı" olumsuz şartları kısaca ele almak gerekli.
Adalar Denizi üzerinde ikisi hariç tamamı yunan işgâlinde (üzerinde yerleşim olan) ikiyüzden fazla ada mevcuttur ki iskân edilmemiş adacıklarla birlikte bu sayı binlerle ifâde edilebilir.
Küçücük kayalıkların ne kadar önemli olabileceğini anlamak için mesela son yıllarda Güney Çin Denizinde; Spratly ve Paracel bölgelerinde yaşanmakta olanlara bir göz atmak yeterli olabilir. Son derece ciddi bir sorun olmakla birlikte, küçük adacıklar konusu buradaki kapsamın içinde olmayacak.
Tezgâh
Son kırk yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti'nin, Adalar Denizi üzerinde, küçük küçük ama devamlı olarak kaybeden durumunda olduğunu gözden kaçırmamak, hem bugünü anlayabilmek, hem de yakın geleceği kestirebilmek için çok önemlidir1.
Bu gerilemeye bir başlangıç vermek gerekirse 12 Eylül 1980 darbesi uygun olur çünkü bu darbenin "gerçek" temel sebeplerinden biri; Türkiye'nin, Yunanistan'ın Nato'ya girmesine yönelik koyduğu engelin kaldırtılmasıydı ki mâlûm darbecilerin ülkeyi el geçirdikten sonraki ilk icraatları da Rogers Planı veya nam-ı diğer Kanat Operasyonu olarak adlandırılan kurgu çerçevesinde, hemen Yunanistan'ın Nato'ya dönüşüne yönelik Türkiye Cumhuriyeti vetosunu, hem de "koşulsuz" olarak kaldırıvermesi olmuştu. Sâdece bunu sağlayabilmek için önceki yıllarda ülke içinde bir tür iç savaş tezgahlanmış ve gerçekte neye hizmet ettiğin farkında bile olmayan insan kitleleri kolayca birbirine düşman edilmişti, eğer bundan ibret alamazsak, gelecek bir tekerrür olabilir...
1980 bir milât oldu ve Yunanistan hızla Türkiye'nin burnunun dibindeki adaları, bizden başka kimsenin takmadığı, meşhur Lozan antlaşmasının şartlarını da açıkça, güle oynaya ihlâl ederek, silahlandırmaya başladıysa da onları müttefikleri(!) olarak gören buradaki generaller ve amiraller açısından pek bir sıkıntı yoktu. Aslına bakılırsa bu oyun günümüzde başka şekillerde ve daha derinden oynanıyor olsa bile kök itibârı ile durum çok da farklı sayılır mı?
1990'larda ise çok sayıda sahipsiz küçük kayalık (bunlar içinde Türkiye kıyılarına sadece birkaç mil mesafede olanlar bile vardır) Yunanistan tarafından ilhâk ediliverdi, bizim önümüze ise oyalanmamız için olsa gerek, yalnız Kardak adaları kondu ama onların eşdeğeri yüzlerce, hatta binlerce kara parçası Türkiye'de kimsenin pek de umurunda olmayacaktı ve böylece bugünlere gelindi.
Gelecek de bir gün gelecek
Geçmiş neden bu kadar önemlidir diye sorulursa; ne böbürlenmek, ne de ah - vah etmek için değil ama geleceğe yönelik doğru kestirmeleri yapabilmek hedefine ulaşabilmek doğrultusunda gerekli olan çok değerli verileri içinde barındırdığı için, şeklinde bir cevap verilebilir.
Bizim güncel kültürümüzde bu doğrultuda çalışmak ve fikir üretmek, aptalca, saçma hatta hâince bir faaliyet olarak görüldüğü için hiç hoş karşılanmaz. Fikirler yalnızca gâvurlar tarafından üretilmelidir ve bizim onların ürettiklerinden birini seçip tâbi olmamız gerekmektedir, düzenin hepimize beş, altı yaş civârından itibâren aşıladığı budur, gerisi (belâ) zâten kendiliğinden gelecektir.
Tabii şunu da atlamamak gerekir ki aslında Türklerin geleceğe yönelik, çok uzun vâdeli, çok ince hesapları hassasiyetle değerlendirebilme yeteneği son derece yüksektir. Şöyle ki; yirmi yaş civarına gelmiş her Türk için tek gerçeklik olan asıl büyük mevzu son derece stratejik bir şekilde, uzun yıllar boyunca, en ince ayrıntısına kadar inanılmaz bir içgüdü ve sabır ile değerlendirilir, bu ikili varoluş meselesi pek derindir:
Nasıl en kısa zamanda, mümkün olduğunca az çalışarak ve hatta hiç çalışmadan, emekli olunabilir ve aynı zamanda en yüksek emekli maaşı alınabilir, işte kâinatın sırrı budur! Bi' ara televizyonlarda insanların bu varoluşsal sıkıntıların cevap vermekte uzman bir kişi vardı, canlı yayında, bütün bu karmaşık emeklilik hesaplarını bilgisayardan daha hızlı gerçekleştirebiliyordu ;) Keşke bu kafayla kuvantum fiziği vs. gibi bir alanda çalışsaydı...
Geleceğe yönelik, gerçek verilerin değerlendirilmesine dayanan, sistematik bir çalışma sonucu üretilmiş fikir kalıplarına dayalı kestirimler aslında hatalı olduklarında bile değerlidir ki günümüz Dünyasında kimlerin; her konuda hâkimiyet tesis ettikleri ve bunu nasıl başardıkları incelenirse temel kaynağın, kesintisiz olarak çok uzun zaman dilimlerine yayılmış gelecek öngürülerine dayalı fikirler üreterek devletlerinin kısa, orta ve uzun vâdeli hedeflerini ve icraatlarını doğrudan şekillendiren düşünce kuruluşları olduğu anlaşılabilir.
Türkiye'de böyle çalışmalar yapan bir tek "gerçekten" milli kuruluş olduğunu sanmıyorum2, sadece tek başına çalışan, mücâdele eden birkaç kişi söz konusudur fakat onların da Devlet nezdinde pek bir etkisi ve değeri yoktur. Buna rağmen bu tür şahısların zaman zaman şâibeli ölümlerle ortadan kalkması, herhalde böyle çalışma sahalarının aslında ne kadar önemli olabileceği şeklinde de değerlendirilebilir.
Adalar Denizinde harekât
Yazının girişinde bahsi geçtiği üzere konumdan kaynaklanan zaaflarımız meselesine artık başlanabilir. Bu konunun birkaç alt başlığı mevcut olmakla birlikte şimdilik yalnızca birine odaklanılacaktır, diğerlerine de belki zaman içinde el atılabilir...
İlk olarak değerlendirilecek açı; suüstü algılama-izleme donanımlarının etkisi hakkındadır ve konuyu daha da kolaylaştırmak için ise bunlar içinden yalnızca iki temel bileşenden bahsedilecektir;
- Aktif radar algılayıcılar
- Pasif elektro-optik algılayıcılar
Aslında durumun özeti olan [Resim.2] konunun kavranabilmesi için tek başına yeterlidir ama yine de buradaki kurguyu biraz açıklamak daha iyi olabilir, şöyle ki:
Çanakkale Boğazı, Türk Donanmasının Kuzey-Güney denizleri arasında yer değiştirebilmesi için kullanılması zorunlu bir su yoludur ki hem çok dar, hem de tek seçenek olduğu için bu gerçekliğin bir sonucu olarak da gerek gözetleme/izleme, gerekse ihtiyaç hâlinde güç uygulama açısından düşman unsulara çok büyük bir doğal taktik üstünlük sağlamaktadır. Türk denizcilik tarihi boyunca bu bölgede, tam da bu doğrultuda neler yaşandığına girersek yazı çok uzar, bu sebeple işin o kısmını öğrenmeyi okuyuculara bırakıp devam etmek gerekli.
Resim.2) Bizim açımızdan en stratejik deniz sahası olan Adalar Denizi'nin Kuzeyinde, aşağıda bahsi geçecek olan algılayıcı ufuk sınırları ve kapsama alanları.
Solda, yeşil bölgeler, adalar üzerindeki kırmızı noktalardaki öngörülen algılayıcı konumları için hesaplanan geometrik ufuk sınırlarını göstermektedir ki optik algılayıcılar açısından önemlidir.
Sağda ise ilâve olarak kırmızı bölgeler, aynı konumlardaki yüksek frekanslı satıh arama radarları için yaklaşık radar ufku sınırlarını göstermektedir. Radar ufku doğal olarak (çoğunlukla) geometrik ufuktan daha ileridedir.
Midillinin güneyine yerleştirilecek algılayıcılar ile İzmir Körfezi'nin neredeyse tamamına kapsayacak şekilde vs. olarak kurgu tabii ki çeşitlendirilebilir fakat burada kavram sadece Çanakkale Boğazına yaklaşma-uzaklaşma açısından ele alınmaktadır.
Adalar Denizi'nin Güneyinde ise durum aslında daha da sıkıntılıdır.
Resim üzerinde fare tekerliği ile yaklaşmak ve fare ile sürüklemek de mümkündür...
Öncelikle bugün için düşman unsurların elinde bulunan ve Çanakkale Boğazının yaklaşma sularını doğrudan etki alanı içinde tutan yedi ada; Semendirek, Limni, Bozbaba, Midilli, Sakız, İpsara ve İskiri buradaki kurgu için üzerine gözetleme sistemleri yerleştirilecek konumlar olarak seçilmiştir. Radarla başlayalım.
Aktif Radar
Seçilen adaların Türkiye yönüne bakan yamaçları algılayıcılar için oldukça yüksek ve uygun yerleşim imkânları sunmaktadır. Burada gösterilen radar (ve optik) ufuk sınırlarının nasıl hesaplandığı daha önce ele alınmıştı ve bu adaların imkân verdiği uygun görülen taktik irtifalar da [Resim.2] üzerinde belirtilmiştir. Tabii ki adaların zirveleri çok daha uzun ufuk sınırları sağlayabilir ama daha güvenli bir yerleşim ve yeterli menzil için orta irtifâların tercih edilmesi beklenebilir.
Gerçek menzil ihtiyacı, adaların görüş hatlarının birbirine binmesi sebebiyle oldukça kısadır ve bu yedi ada için öngörülen ortalama radar ufku ~45dnm civarındadır, [Resim.2] - kırmızı. Şunu da belirtmek gerekirse bu mesafe deniz yüzeyinin ufkudur, suüstünde yükselen bir hedef için gerçek ufuk daha uzaktadır! Baskın etkenler sebebiyle; menzil ihtiyacı, çözünürlük, fizikî büyüklük ve ağırlık, güç ihtiyacı gibi değişkenlerin etkisiyle, böyle bir amaç için X bandı bir radar tercih edilebileceği öngörülebilir.
Velhâsıl yukarıda tanımlanan şartlar altında kurgulanmış bir gözetleme sisteminden sakınabilmek için ise bölgede seyir yapacak Türk donanmasına ait gemilerin ~18dnm mesafeden itibâren kesinlikle düşman radarları tarafından algılanamaması gerekir. Peki böyle bir hedefe ulaşılabilir mi?
Önce hemen aşağıdaki meşhur radar menzil eşitliğine bakalım. Denklemin biri hâriç bütün değişkenleri düşman tarafından belirlenir ve aynı sebeple söz konusu değişkenlerin ayrıntıları şimdilik atlanabilir.
$$
\begin{aligned}
\color{orange}{Menzil} = \left[ \frac{P_{s} \cdotp G^{2} \cdotp \lambda^{2} \cdotp \color{orange}\sigma }{P_{e} \cdotp (4\pi ) \cdotp L_{ges}} \right] ^{1/4}
\end{aligned}
$$
Dolayısıyla bu değişkenler ile oynamak mümkün olamayacağına göre tasarımı yapacak gemi mühendislerinin elinde söz konusu radarın tespit menzilini etkileyebilecek tek değişken olarak gemi radar kesit alanı (sigma) kalmaktadır ve bu şartlar altında denklem aşağıdaki şekilde de ifâde edilebilir.
$$
\begin{aligned}
\color{orange}{Menzil} = k \cdotp \sqrt[4]{\color{orange}\sigma}
\end{aligned}
$$
Şimdi daha rahat görülebildiği üzere radarın azamî tespit menzili ile geminin radar kesit alanı arasında dördüncü dereceden ters bir ilişki mevcuttur. Eğer biraz sayıya dökersek; radar kesit alanı 10 kat küçültülebilirse tespit menzili %44 azalır, 100 kat küçültülürse bu oran %68, 1.000 kat küçültülürse %82, 100.000 kat küçülürse %94 civarında olur vs.
Somut örnekler üzerinden açıklamaya devam edilirse; bâzı DSH3 uçaklarında kullanılmakta olan X bandı suüstü arama radarları, 150m irtifada iken, 3 deniz durumunda ortalama 1m2 civarında (X bandı) RKA'ya sahip bir hücum periskobunu ~20dnm mesafeden tespit edebilmektedir!
Bu veriler ışığında yukarıdaki senaryoya uygun bir Türk savaş gemisinin, kara konuşlu radarlar tarafından tespit edilmeden bölgeden geçebilmesi için üstelik her yönden, 0,5m2'den küçük bir radar kesit alanına sahip olması gerekeceği anlaşılabilir. Peki bu mümkün mü? Kesinlikle kolay değil, ama mümkün olabilir. Örneğin İsveç'in Visby sınıfı korvetleri için beyan edilen tespit menzili değerleri doğru kabûl edilirse, söz konusu geminin kabaca bu seviyede hatta biraz daha düşük RKA'ya sahip olabileceği sonucu çıkar.
Diğer taraftan böyle bir hedefe ulaşabilmenin muhtelif bedelleri vardır ve bu sebeple tek bir hedefe ulaşabilmek için çok fazla feragât toplam sonucun başarısız olmasıyla da sonuçlanabilir. Dolayısıyla toplam gemi mühendisliği çözümünün başarısı açısından durum son derece karmaşıktır ve gerçekten başarılı olabilmek için bugün izlenmekte olan yollardan çok daha farklı bir mühendislik ve tasarım altyapısı ihtiyacı söz konusudur, mesela bunun gibi...
Son olarak bir karşılaştırma yapabilmek için belirtmek gerekirse; Barbaros Sınıfı bir fırkateyn için eşdeğer şartlarda ortalama RKA 30bin m2 civarında tahmin edilebilir ki ampirik yaklaşımla elde edilmiş bir değerdir.
Aktif olarak sinyal yayan radarlar bu özellikleri sebebiyle varlıklarını ve konumlarını açık ettikleri için bunlara karşı önlem alabilme imkânı da görece kolaydır; EH4 kullanmak, radarsavar füzelerle sistemi ateş altına alarak imha etmek veya kapanmaya zorlamak vesaire gibi ki özellikle kara konuşlu sabit radarlar bu açıdan daha kolay hedefler olarak değerlendirilebilir. Bu bakış açısıyla iddia edilebilir ki geleceğin Türk Donanmasında, suüstü unsurlarının tamamı için, kısa/orta menzilli, dikey fırlatılabilen radarsavar mühimmat taşımak, gemisavar füzelerden bile öncelikli, vazgeçilemez bir ihtiyaç olacaktır.
Pasif Elektro-optik
Yakın gelecekteki daha da büyük bir tehdit ise gerek tespit edilebilmesi, gerekse karşı-önlem alınabilmesi çok güç olan pasif elektro-optik gözetleme sistemlerinin adalarda kullanılmaya başlanmasıyla oluşacaktır.
[Resim.2]'nin sol tarafında görüldüğü üzere bu tür elektro-optik gözetleme sistemlerinin yerleşimi ile elde edilebilecek ortalama tespit sınırları ve kapsama alanları durumun ne seviyede ciddi olduğunu anlayabilmek için yeterlidir, burada ortalama optik ufuk ~33dnm mesafededir ve kapsama alanlarının kesişmeleri sebebiyle ~23dnm'nin üzerinde algılayıcılar birbirini tamamlayabilmektedir.
Kızılötesi frekanslarında çalışan bu tür arama ve izleme sistemleri giderek gelişmekte ve yaygınlaşmaktadır. Fakat bu konu menzil ve etkinlik açısından yukarıdaki radar örneğindeki gibi kolayca değerlendirilemeyecek kadar karmaşıktır ki bu sebeple ayrıntıların şimdi değil de ayrıca ele alınması mantıklı olur.
Günümüzde kullanılmakta olan benzer sistemler için gemi üzerinden kullanılanların ~13/15dnm ve hava konuşlu olanların ise hava-hava yönünde ~100dnm ve hava-yer yönünde ise ~30dnm ekili menzile sahip olduğu düşünülürse yukarıda bahsi geçen türde bir KÖ5 gözetleme yerleşiminin Adalar Denizinin Kuzeyini tamamen ve kolayca etki altına alacağı anlaşılabilir. Optik algılayıcıların zaafı ise hava şartlarından etkilenebilmeleridir.
Bu duruma karşı önlem alabilmek ise radar meselesine bir çözüm bulmaktan bile daha zorlu olabilir ve kesin olan şudur ki geleceğin Türk suüstü unsurlarının KÖ izlerini oldukça zorlu bir sınırın altına indirebilme ihtiyacı söz konusudur. Böyle bir hedefe ulaşabilmek de dar bir bakış açısıyla mümkün olamaz.
Tabii ki Radar ve KÖ kökenli tehditlerden daha fazlası da söz konusudur ama onlar başka bir zamana kalsın...
|