Ya Zinaya, Ya Binaya
Pazar, 15 Aralık 2019

Bu kez geçici olarak, kısa bir süreliğine de olsa karaya çıkalım. İlk bakışta, eski bir makâleden [1] yapılacak uzunca bir alıntı ağırlıklı olarak ilerleyecek bu konunun, sitenin genel içeriği ile hiçbir alâkası olmadığı düşünülebilir. Doğrusu biraz daha dikkâtli bakılırsa, meselenin o kadar da ilgisiz olmadığı, hatta içinde bulunduğumuz genel vaziyet üzerinde, her ne kadar burada pek değinilmeyecek olsa da çok büyük bir etkisi olduğu sonucuna varabilmek de pekâlâ mümkündür.

Hemen alıntıya geçeceğiz ama bu arada "Milli İdealimiz Apartman Yaptırmak Mıdır?" başlığına sahip söz konusu yazının 1941 tarihli olduğunu iyice vurgulamak yerinde olur zîra bu ayrıntı bile başlı başına önemlidir, başlayalım:

... Birkaç idealist müstesna, yüksek tahsilin eşiğinde, istikbale nişan alan her Türk gencinin gönlünde bir apartman yatıyor. Apartman!

Genç ve yaşlı, mimar ve doktor, esnaf ve avukat, tüccar ve bol maaşlı memur, komisyoncu ve müteahhit, her şuurun altı ve üstü, boydan boya, silme apartman kesilmiştir. Apartman!

Cimri parayı bunun için biriktiriyor, iş adamı bunun için taban tepiyor, avukat bunun için mahkemede coşuyor, doktor bunun için gözünü profesörlüğe dikmiş, Vekilin treni gelmeden üç vapur evvel Haydarpaşa'ya damlıyor. Apartman!

Sabahleyin, yatakta mahmur gözler açılınca, uykunun rehaveti içinde erimiş vücudu kamçılayan ve obüs gibi sokağa fırlatan ideal: Apartman!

Bir tek varlık sebebi, yaşamanın hikmeti, bahtiyarlığın âmili, insanlığın gayesi, memleketin (se)lâmeti, kâinatın sırrı: Apartman!

Çimento yok, fakat apartman yapılıyor; demir kalmamış, fakat apartman yapılıyor; işçi, asker, fakat apartman yapılıyor. Şu herif çok akıllı, çünkü apartmanı var; şu herif iyi gazeteci, iyi doktor, iyi avukat, çünkü apartmanı var. Apartman dirayet, muvaffakiyet ölçüsü; apartman ihtisas vesikası; apartman terakkinin son kertesi, apartman millî refah, apartman millî ideal!

Kimse farkında değil ki apartman millî servetin mezarıdır, çünkü iç piyasalarımızda tedavül ettikçe üreyecek olan sermayeleri, damarda donmuş kan gibi hareketsiz ve kısır bırakır. Apartman böyle bir salgın halinde millî refaha değil, memleketin sefaletine yol açar, Apartman millî değil, millet zararına ferdî idealdir.

Bu apartman iştahının bize dışarı dünyamızdan gelen tarafında hiç mazur değiliz. Bu kazanç hırsı, ammenin menfaatini alaşağı edip yerine ferdin ve kâr gruplarının menfaatini koyan bu doymaz lüks ve mal düşkünlüğü bize, yıkılmak üzere olan Avrupa ve Amerika merkantilizminin yadigârıdır.

Eski Türkler "paranın haramı ya zinaya gider, ya binaya" dedikleri zaman, bu dünyada pek çok insanın pek geç anladığı bir hakikatın tam şuuruna sahiptir... [1]

1992'nin Temmuz ayının ilk yarısında dört arkadaş, Doğu Ekspresi treni ile Haydarpaşa'dan hareketle Aşkale'ye, oradan Rize'ye ve nihâyet uzun yıllardır hayâlini kurduğumuz Kaçkar Dağlarına ulaşmıştık. Her ne kadar çeşitli sebeplerle zirveye çıkamamış olsak da bu muhteşem coğrafyaya gerçekleştirilen ilk keşif gezimiz etkileyici olmuştu.

Kaçkar Dağları - Kavron Vadisi, 1992

Resim.1) Kaçkar Dağına gitmek için izlediğimiz yolda geçtiğimiz Kavron Vadisinin üst tarafları, Temmuz 1992.
Makina Zenit-E+Helios58/f2,8.
Bu bölge şimdilerde geridönülmez bir tahribatın eşiğinde ama hasar burasıyla sınırlı da değil. Mesela Ayeder'e nazaran çok daha az kişi tarafından bilinen Bâlâ Kale civarındaki gözlerden ve gönüllerden uzak muhteşem Çiçek Yaylası ve çevresinde, üç kuruş rant için sürmekte olan yok edici imar faaliyetleri vs. hiçbir zaman gündeme bile gelmiyor, muhtemelen gelmeyecek de...

Ve tamı tamına çeyrek asır sonra, 2017 Temmuzunun ilk yarısında bir Kaçkar seyahati daha nasib oldu. Bu kadar kısa sürede herşey nasıl da değişmişti. O zamanlar Kaçkar zirvesi yolunda uğradığımız ilk durak olan meşhur Ayder Yaylası zaten artık tamamen mahvolmuştu ama devamında, 25 sene önce dar bir toprak bir yolda yürüyerek ulaştığımız Aşağı Kavron Yaylasına ve o zamanlar bir patika ile ulaşılan, daha yüksek irtifadaki muhteşem Yukarı Kavron'a şimdi otoban genişliğinde bir yol açıldığını, bu esnada kazılan malzemenin önemli bir bölümünün de buzulların beslediği derelerle çok uzun bir zaman içinde oyulmuş dar ve derin vadiye dökülmüş olduğunu görmek gerçekten de çok üzücüydü. Yukarı Kavron'a vardığımızda yoğun sis içinde görünmeyen ama sesleri duyulan beton karıştırıcıları ve ağır makinalar da bu muhteşem bölgenin artık geri dönülmez bir şekilde imhasının son dakikalarının oynandığını ilan etmekteydi.

İşte Kaçkar Dağlarına bunu yapan, Ayder'i alenen koca bir pavyona çeviren böylesine göz dönmüş bir zihniyetin, mesela Aziz Üsküdar'ı da çok kısa bir zaman dilimi içinde devâsa bir "Açık Hava Kerhanesi" hâline getirmiş olması da şaşırtıcı değildi elbet... Neyse ki herkes için "ölüm de var!"

İstanbul başta olmak üzere muhtelif bölgelerde inşaat üzerinden yürüyen haksız çıkar elde etme faaliyetlerinin günümüzdeki türevleri, 1941'de hayal bile edilemeyecek inanılmaz bir düzeye ulaşmış durumdadır. Böylesine bir haksız, emeksiz ve kolay kazanç ortamında kim sermayesini gerçekten araştırmaya ve üretime yatırır, kim gece gündüz çalışıp bilim ile uğraşır ki?

İçinde yüzlerce kişinin ekmek yediği, gerçekten üretim yapan koca sanayi tesislerinin bile İstanbul'daki bir apartman dairesi kadar ederi yok! İşte bu sebepledir ki Türkiye'de arge'nin gerçek anlamı1; devletin dağıttığı çok büyük miktardaki "sözde" arge teşviklerin yağmalanması ve ithal ürünlerin arge yapılmış izlenimi oluşturacak şekilde milli olarak yaftalanmasından ibâret değil midir? Tabii %95'i alman malı ama aynı zamanda %81'i milli(!) olduğu ilan edilen Reis Sınıfı denizaltıların vaziyetini anlayabilecek seviyede bir yüksek matematik bilgisine sahip olmadığım için durumu anlayamıyor olabilirim, öyle ya bu hesap kuvantum dolanıklığından bile daha karmaşık, bunu açıklayabilmek belki dolanıklık ile değil ama yeni bir domalıklık kuramı ile mümkün olabilir.

Belki de bu gibi durumları açıklamak için propagandanın üstâd-ı âzâmı, meşhur alman bakan Joseph Göbbels'e atfedilen bir ifâdeyi tekrar etmek gerekir:

"Eğer yeteri kadar büyük bir yalan söyler ve bunu sabırla, devamlı olarak tekrar ederseniz, insanlar eninde sonunda inanmaya başlayacaktır!"

Devletin arge teşviği adı altında çok büyük paralar dağıtması son derece yanlıştır ve buna âcilen bir son verilmedikçe durumun düzelmesi beklenemez. Düşünün ki bu teşviklerin yağmalanmasını organize eden ve söz konusu devlet teşviklerinin önemli bir bölümünü, verilen bu hizmet(!) karşılığında alenen cebe indiren aracı şirkeler bile mevcutken, teşvik sisteminin doğru şekilde işlediğini iddia etmek en hafif tabiri ile saflık olur.

Mesela bu teşvikler üzerinden alınan komisyonaların hükmü nedir, üzerinde (82+X) milyon kişinin hakkı olan ve tamamen arge amacıyla kullanılması gereken bu kaynakları ne verenler, ne de alanlar hiçbir şeyden çekinmedikten sonra elden ne gelir. Ve nihayetinde, işte atalarımızın dediği gibi bu kadar haramın nereye gitmekte olduğu da aşikâr değil midir? Yetmişsekiz sene sonra, yine: Apartman!

İdeolojilerin hepsi yalandır, ama maskeler gerçek. Bu tiyatroda, işleyen bu mekanizmada herşey sadece ve sadece para için, hepsi bu. 1941'dan 2019'a insanların bakışı açısı ve düzenin temel işleyişi aslına bakılırsa hiç değişmiş değil, aksine tıpatıp aynı ve bu noktada sadece idarecileri suçlamak da iki yüzlülükten başka birşey olmaz, onlar sadece bizim yansımamızdır.

Yaftalar:

♦ Açıklamalar

1. Birkaç istisna olması genel vaziyeti değiştirmez. [geri]

♦ Kaynaklar

1. Milli İdealimiz Apartman Yaptırmak Mıdır? / Tasvir-i Efkâr, 1941 (12 Haziran), Peyamî Safa
 
Telif Hakkı © 1997-2024 [uskudar.biz]
- sürüm 6.0.0 - Bütün Hakları Saklıdır.
Kullanım şartları için tıklayın!