Dün, hazırlanmakta olan "Refah Faciası" hakkındaki yazı için döneme ait resmî belgeleri ararken kamuoyu tarafından "Fulbright Anlaşması" olarak bilinen vahim hâdisenin resmî belgesine [1] TBMM'nin genelağ sitesinde istemeden (ve nihâyet) denk geldim. Aslında uzun zaman önce de bu belgeyi aramış ama bir türlü bulamamıştım ve şimdi Refah'dan önce rotada küçük bir değişiklik yapmak elzem oldu.
Resim.1) Uzun yıllar boyunca devletin resmî görevlileri, düzenin sahipleri hatta Milli Eğitim Bakanları vs. tarafından, dalga geçer gibi, şehir efsanesi(!) olduğu iddia edilegelen 1949 tarihli anlaşmanın giriş bölümü ve ilk satırları.[1]
Burada ancak üzerinden alınmış iki parça görüntünün [Resim.1 ve 2] yoluyla okunabileceği bu beş sayfalık anlaşma metni hakkında doğrudan bir yorum yapılmayacak. Bunun yerine ziyaretçilerden, kaynak [1] üzerindeki bağlantı vasıtasıyla kolayca ulaşabilecekleri bu belgenin tamamını birkaç kez dikkâtlice okumalarını ve düşünmelerini rica ediyorum.
Resim.2) Fulbright anlaşmasının meşhur 5.maddesinin ilk paragrafı.[1] Olur da ileride belki Türk Hükümetlerinden birileri zart zurt edebilir ve karşı çıkmaya niyetlenebilir diye olsa gerek, komisyonda en az iki adet ABD istihbaratı görevlisinin dâima mevcut olmasını da sağlama almışlar.
Ancak girdiği savaşı kaybedip kayıtsız şartsız teslim olduktan sonra işgâl edilen Japonya'nın uğrayabileceği seviyede bir aşağılama içeren bu anlaşmanın nasıl olup da Türkiye Cumhuriyeti tarafından gönüllü olarak imzalanabildiği meselesi derin kökleri olan uzun bir konudur ki işin özeti yazının son bölümündeki ilk cümlenin içindedir.
Bu anlaşma sayesindedir ki uzun zamandır Türk Milli Eğitimi açısından Türkçe ikinci sınıf bir dildir ve 21.Yüzyıl itibarı ile devletin (şimdilik) ilan edilmemiş ama fiilen ikinci resmî dilî çoktan ingilizce olmuş durumdadır. Ve yine bu anlaşma sayesindedir ki herşeye rağmen ülkede yetişmeyi başarabilen gerçek bilimadamları devşirilmekte, devşirilmeyi reddedenler YÖK, TÜBİTAK vs. gibi düzenin araçları tarafından kolayca tasfiye edilmekte, yerlerine de mâliyeti tamamen Türk milleti tarafından karşılanmasına rağmen ancak söz konusu komisyon tarafından özel olarak seçilip burslanarak yetiştirilen ve kendinden istenenleri yapmaya memur edilmiş papağan yeteneğindeki çakma bilimadamları yerleştirilmektedir.
Baht
Üsküdar Halil Rüştü İlkokulundaki gâliba üçüncü belki dördüncü sınıfın ders yılı başladığında, kıymetli öğretmenimiz Melek Hanımın o sene itibarı ile müfredatta köklü bir değişiklik olduğunu ve artık (ve ilk kez) bize Modern Matematik öğretileceğini söylediği ânı, herhalde matematiği sevdiğimden olsa gerek, hâlâ oldukça berrak bir şekilde hatırlayabiliyorum ve üzerinde Modern Matematik yazan alışılmadık ölçülere ve şekle sahip, koyu yeşil kapaklı dersin kitabını da.
Ne de havalı bir lâf; Modern Matematik! Bizden önceki gelmiş geçmiş bütün bilimadamları ancak ilkel bir matematik bilgisine mi sahipti acaba? Tabii sınıf arkadaşlarımla birlikte aslında ne kadar bahtsız olduğumuzu ve başımıza nasıl bir mûsîbet isâbet ettiğini anlayabilmemiz için daha çok uzun zaman gerekecekti.
O günlerin çocukları olarak başımıza gelen bu hâdisenin hikâyesini ancak günün birinde kaynak [2] üzerinde, o günlerin büyüklerinden okuduktan sonra biraz anlayabilmiştim ki aşağıdaki alıntı vasıtasıyla söz konusu ayrıntıyı şimdi siz de burada okuyabileceksiniz:
"1960'ların sonlarında ... Kurum'un1 da katkısıyla Orta Öğretim'de Modern Matematik, Modern Fizik, Modern Kimya ve Modern Biyoloji programlarının uygulanmasına başlanılmıştı. 1970 yılı Ocak ayında TÜBİTAK Bilim Adamı Yetiştirme Grubu Yürütme Komitesi, programın başarısını tespit etmek ve bu konuda bir rapor hazırlamak üzere beni, İstanbul'da bu modern programların uygulandığı dört pilot liseyi teftişe memur etmişti." [2]
"Bu teftişin sonucu olarak TÜBİTAK'a özellikle Modern Matematik uygulaması hakkındaki çok olumsuz müşahade ve tespitlerimi içeren bir rapor vermiştim..." [2]
"Geçen zaman zarfında Modern Matematik eğitimi öğrenci kalitesini düşürmüş, onları ezberciliğe ve başarısızlığa itmiştir. Bu uygulama klasik anlamda matematik okumuş olan anne ve babaların matematik derslerinde çocuklarına yardım etmelerine engel olan bir kırılma teşkil etmiştir. Bunun sonucu olarak üniversitelerin Matematik, Fizik, Kimya, Jeofizik gibi bölümlerine giren öğrencilerin pek büyük bir kısmının bırakınız trigonometri ve logaritmadan anlamalarını, iki ondalık kesri toplamak, çıkarmak ve bölmekten dahi âciz oldukları tespit edilmiştir." [2]
"Modern Matematik eğitimi modasındaki aşırılıkların pekçok ülkede fark edilip giderilmesine ve çocuklara kümeler, cisimler, halkalar, gruplar gibi fevkalâde soyut cebirsel kavramlardan hareketle değil de eskisi gibi matematiğin somut kavramlar ve misâller aracılığıyla öğretilmesine geri dönülmesine rağmen bizde, nesilleri başarısızlığa sürüklemiş olan Modern Matematik müfredat programlarında hâla ısrar edilmesi acıdır." [2]
"Modern Matematik'deki soyut kavramlara sâdece bilgi kabilinden ve o da merakı tahrik edici bir stratejiyle yalnızca lise son sınıfta temas edilmeli, matematiğin bu soyut kavramlar ile inşası ise, eskisi gibi, yüksek öğretim kademelerine bırakılmalıdır." [2]
Bu topraklarda modern ve çağdaş kelimelerini sıkça duyduğunuzda başınıza bir çorap daha örülmeye başlandığından emin olabilirsiniz. İşte bahsi geçen 1949 tarihli anlaşmanın kullanılması vasıtasıyla, üstelik bütün masrafları tarafımızdan karşılanmak şartıyla söz konusu Fulbright Komisyonun; kendilerine emânet edilen mâsum ve geleceği parlak çocuklarımızı, adeta öğütüp un ufak etmek amacıyla, bilinçli olarak nasıl bir tahrip edici eğitim sistemi(!) kurgulayabildiği üzerine küçük bir örnek...
İntikam
Velhâsıl bu anlaşma ile birlikte; Hâlide-İsmet eksenindeki Manda Sütü Severler Cemiyeti tam otuz sene sonra Sivas Kongresinin intikâmını Türk Milletinden almış oldu ve bu anlaşma sadece eğitim sistemini değil adeta ülkenin geleceğini tek başına çökertti ve hepimiz bu enkazın altında kaldık fakat artık hâlimizden de pek memnunuz!
Onlar açısından zorlu bölüm sadece başlangıç safhasıydı. Bugün gelinen noktada ise tıpkı bir devirdaim makinası gibi kurulu düzen kendini dışarıdan bir müdahaleye ihtiyaç göstermeden işletebiliyor. Bilinen termodinamik kanunlarına göre devirdaim makinası imkânsızdır ama yakıtı insanlar olan bizim eğitim makinası özenle seçilip kraldan daha kralcı yetiştirilen (faşistinden, komünistine, dincisinden, ateistine, Fenerbahçelisinden, Galatasaraylısına vs.) her türlü kılığa büründürülmüş kişilerin elinde işleyişini kararlı bir şekilde, hiç teklemeden sürdürebilmektedir.
İşin kötü tarafı ise muhtemelen artık çok geç olmasıdır. 1949'da kurulan sistemin işleyişi durdurulabilse bile, yetiştirilmiş ve çok uzun yıllardır bütün köprübaşlarını tutmuş kişilerin etkilerinin önüne geçebilmek çok zor. Neyse ki yakıtı insanlar olan başka bir yer daha var da hiç olmazsa gözümüz arkada kalmayacak.
|