Kemere
Donanmaya Yönelik Gelecek Nesil Tehditler - 1 |
Cumartesi, 11 Temmuz 2020 |
2025 - 2035 arasındaki kısa vâde olarak tanımlanabilecek yakın dönem itibârı ile Donanmanın karşılacağı yeni nesil tehditlerin ve bunlara karşı yapılabileceklerin, birkaç farklı konu başlığı altında ele alınması düşünülüyor. Söz konusu başlıklar, Deniz Savaşları açısından yepyeni değişkenler olarak ortaya çıkmak üzere olduğundan, gidişâtın şimdiden gerçekçi olarak kestirilebilmesi, uygun karşı önlemlerin hem doğru, hem de zamanında geliştirilebilmesi için hayâtî önem taşımaktadır.
Resim.1) Bugün itibârı ile yürütülmekte olan en önemli üç MİHA çalışması olan Neuron (Fransa, Yunanistan, İtalya, İspanya, İsveç, İsviçre), S-70 (Rusya) ve X-47B (ABD) ile üç farklı muharip uçağın ölçekli karşılaştırması, bu yeni nesil araçların boyutları hakkında fikir verebiliyor. Tabii ki mesele bu üç araçtan ibâret değildir ve sürmekte olan daha başka ciddi çalışmalar da mevcuttur.
Yukarıdaki [Resim.1]'den anlaşılabileceği üzere, giriş konusu; gemilere karşı Muharip İnsansız Hava Aracı (MİHA) kullanımının bir bölümü hakkında olacaktır. Bildiğiniz üzere yakın dönem itibârı ile Türk Silahlı Kuvvetleri, Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) kullanımının ne derece etkin olabileceğini bütün dünyaya uygulamalı olarak göstermişti. Bununla birlikte burada konu kara üzerinde değil, deniz üzerinde kullanım açısından ele alınacaktır ki arada önemli farklar mevcuttur, ayrıca şimdiki kapsam hücum değil, sâdece savunma yönü ile sınırlı olacaktır.
|
Devamını oku...
|
|
Pazar, 05 Temmuz 2020 |
Akış ayrılması hâdisesi, akışkan mekaniği temelli mühendislik çalışmalarında çok önemli bir inceleme sahasını oluşturmaktadır. Onlarca yıldır sürdürülmekte olan kapsamlı denel ve hesaplamalı incelemelere rağmen bu problem önemini sürdürmektedir. Hesaplamalı Akışkan Dinamiği (HAD) uygulamaları yakın dönemde iyice yaygınlaşmış olsa da henüz ağırlıklı olarak Reynolds Ortalamalı yöntemler kullanılmaktadır ki bu yaklaşımın yetersizlikleri aşikârdır, örneğin burada bahsi geçen türbülanslı sınır tabakanın ayrılması ve tekrar birleşmesi gibi durumların incelenmesi söz konusu olduğunda.
Bu alanda bir ilerleme elde edebilmek için kurgulanan "pürüzsüz iniş" olarak adlandırılabilecek bir kesit üzerinde yapılan yüksek çözünürlüklü rüzgâr tüneli ölçümlerini, Büyük Girdap Benzetimi (LES) temelli [Resim.1] hesaplamalı çözümlerle karşılaştırmaya yönelik olarak hazırlanan ve 2022'de yapılacak sunumlarla değerlendirilecek bir çalışma [2] vasıtasıyla konuyla ilgili bir miktar ilerleme sağlanması mümkün olabilir.
Burada bahsi geçen çalışma için kurgulanan geometri, gemi ve denizaltı kıçındaki karmaşık akış oluşumlarının basitleştirilmiş bir türevi olduğundan, incelenecek hesaplamalı yöntemler, gemi mühendisliği uygulamalarına yönelik katkılar açısından da son derece uygun veriler sağlayabileceği için bizim açımızdan da önemlidir.
|
Devamını oku...
|
Elbet Titretecek Yine Rûy-i Zemin Arş-ı Semâyı |
Çarşamba, 01 Temmuz 2020 |
Kısa süre önce ele alınan DGK-T.857 merkezli konuya üçüncü bir bölüm ile devam etmek lüzûmlu oldu. Şimdi, geleceğe dönük Donanma ihtiyaçlarına yönelik arge çalışmalarının istenen seviyede başarıya ulaşabilmesi için vazgeçilmez kabûl edilebilecek bir "Büyük Ölçekli ve Özel Maksatlı" deney altyapısının kurulmasına yönelik, hızla uygulanabilir bir çözüm adayı oluşturulmaya çalışılacak.
Büyük ölçekli deneyler neden önemli diye düşünenler kaynak [1]'e bir göz atmakla işe başlayabilirler ki yine benzer şekilde bu tür bir tesisin daha başka kullanım alanları da mevcuttur...
Önceki bölümde sunulan idârî altyapı çözümünde tanımlanan söz konusu kavramlar için hem suüstü, ama ağırlıklı olarak hem de sualtı teknolojilerine yönelik denel ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olacak şekilde öngörülen bir yapılanmanın, çeşitli sebeplerle, bir içsu havzasında kurulması uygun olacaktır ki bu durumda önümüze iki seçenek çıkar; doğal göller ve yapay göller.
Çeşitli etkenler sebebiyle ülkemizdeki tabî göller bu ihtiyaçları karşılamaktan uzaktır ve bu sebeple kurulu baraj gölleri içinden bir seçim yapmak en uygun yaklaşım olarak düşünülebilirdi.
Baraj | Akarsu | Yükseklik (m) | Hacim (m3) | Alan (m2) | Ortalama Derinlik |
Ermenek |
Ermenek |
210 |
4,580e09 |
5,87e07 |
78,0m |
Deriner |
Çoruh |
207 |
1,96e09 |
2,64e07 |
74,6m |
Yusufeli |
Çoruh |
220 |
2,13e09 |
3,30e07 |
64,5m |
Oymapınar |
Manavgat |
157 |
3,00e08 |
4,70e06 |
63,8m |
Kiğı |
Peri |
146 |
5,07e08 |
8,35e06 |
60,8m |
Atatürk |
Fırat |
166 |
4,87e10 |
8,17e08 |
59,6m |
Berke |
Ceyhan |
201 |
4,27e08 |
7,80e06 |
54,7m |
Boyabat |
Kızılırmak |
150 |
3,56e09 |
6,54e07 |
54,4m |
Dim |
Dim |
135 |
2,51e08 |
4,7e06 |
53,4m |
Altnkaya |
Kızılırmak |
140 |
5,76e09 |
1,18e08 |
48,7m |
Hasan Uğurlu |
Yeşilırmak |
135 |
1,07e09 |
2,27e07 |
47,4m |
Menzelet |
Ceyhan |
137 |
1,95e09 |
4,20e07 |
46,4m |
Adıgüzel |
Büyük Menderes |
144 |
1,19e09 |
2,59e07 |
45,9m |
Keban |
Fırat |
163 |
3,10e10 |
6,75e08 |
45,9m |
Karakaya |
Fırat |
173 |
9,58e09 |
2,68e08 |
35,7m |
Çizelge-1) Türkiye'de bugüne kadar inşa edilmiş olan 130m'den daha yüksek barajların ortalama derinliklerine göre sıralanması.
Buradaki yükseklikler akarsu yatağının zemininden verilmiştir.
Söz konusu hedefler doğrultusunda yapılacak tercih için en önemli ve öncelikli değişken, derin su ihtiyacı olduğundan, hemen yukarıdaki çizelgede görülebildiği üzere Türkiye'de bugüne kadar inşa edilmiş olan baraj gölleri içinden, 130m'den daha yüksek gövdeye sahip olan 15'i aday olarak seçilmiştir.
|
Devamını oku...
|
Gâfil Ne Bilir Neşve-i Pür Şevk-i Vegâyı |
Salı, 23 Haziran 2020 |
Kavramsal DGK-T.857 çalışmasının bu ikinci bölümünde en verimli ve etkin çözümü oluşturabilmek için gerekli en hassas bileşen olan idârî yapının doğru ve sağlam bir şekilde inşa edilebilmesi amacıyla düşünülen muhtemel bir kurgunun temeli açıklanmaya çalışılacaktır.
Bugüne kadar gerek eski ve gerekse yeni sitede, yeri geldikçe anlatılmaya çalışıldığı üzere bu topraklarda yapabilme-bilgisi yönünde insan gücü eksikliği hiç söz konusu olmadı, buna mukâbil başka alanlarda çok ciddi eksiklikler ve zaaflar olması sebebiyle, rota dengesi sağlanamadığı gibi, seyir, istenenlerden ve ihtiyaçlardan çok uzak sularda cereyan etti.
Örnekler saymakla bitecek gibi değildir, mesela geçtiğimiz birkaç asır içinde; değerli gök bilimci Takiyüddin de aynı kaderi paylaştı, torpidocu İdris Bey [1] de, ilk milli hücumbot projesi de tek bir kişi tarafından [2] kolayca imha edildi, ilk üç Milgem projesi de... Bu mekanizmanın işleyişi ve kökenleri burada ele alınmayacak, diğer taraftan bu meseleye nasıl kalıcı bir çözüm bulabiliriz sorusuna, aşağıda oluşturan taslak model ile bir cevap verilecek.
|
Devamını oku...
|
Cuma, 19 Haziran 2020 |
Bu kez bahsi geçecek kitapların, oldukça eski tarihli olmalarına rağmen nedense Türkçe çevirileri (bildiğim kadarıyla) yayınlanmış değil gibi ki bu sebeple, mecburen ingilizce orijinalleri mevzu bahis olacak. Gençliğinde ABD'ye göç eden, 1892 Avusturya doğumlu Edward L. Bernays tarafından yazıldıktan sonra yayınlanan ve aşağıdaki resimde kapakları görülen iki kitap, aslına bakılırsa Toplum Mühendisliğinin bir silah olarak kullanılmak üzere geliştirilme tarihi açısından son derece önemli bir dönüm noktası teşkil ettiği için gâyet ilgi çekicidir denilebilir.
Uzunca bir zaman önce arkadaşım Yusuf bunlardan ikincisi olan Propaganda'dan bahsedip daha sonra bana kitabı da gönderince Bernays ile tanışmış oldum. Bilâhare bir başka ilgi çekici ayrıntı ise bu adamın meşhur Sigmund emminin hem ana, hem de baba tarafından yeğeni olması şeklinde belirdi. Doğrusu kendisine bile faydası olmayan ama insanlığın ruh sağlığının büyük kurtarıcısı(!) olarak pazarlanagelen, meşhur uyuşturucu müptelası dayı Freud mu yoksa yeğen Bernays mi insanlığa daha büyük zarar vermiştir diye sorulsa, buna cevap vermek zor olur, ama tahminimce ikincisi burun farkıyla kazanır.
Resim.1) Yazarın iki meşhur kitabının kapakları; Crystallizing Public Opinion (1923) ve Propaganda (1928)
İkinci kitap daha tanınır olsa da aslında ondan beş yıl önce yayınlanan, türünün öncüsü kabûl edilen ve daha az tanınan ilkinin, devamı sayılabilir.
1928 tarihli Propaganda adlı kitaptan birkaç satır alıntı verilebilir. Fakat hem kitap, hem de aşağıda bahsi geçecek kısa ama önemli vidyolar sadece ingilizce olarak mevcut olduğu için alıntılar da mecburen orijinal dilinde (doğrusu içimden tercüme etmek de gelmedi) yazılacak, bu arada kitabın açılış bölümünün adı da pek hoş; "Organizing Chaos". Bu eski ve tanıdık kavram kimilerinize başka şeyler de hatırlatabilir, neyse, alıntılara geçelim:
|
Devamını oku...
|
İt Değiliz ki Dağa Küselim |
Çarşamba, 17 Haziran 2020 |
Türk denizcilik tarihini, değerlendirme amacıyla muhtelif bölümlere ayırabilmek mümkündür ve bütün bu sahalarda yeterli miktarda kapsamlı çalışmanın yapıldığını söyleyebilmek de henüz pek mümkün sayılmaz. Bunun bir sebebi ve/veya sonucu, yansıması olarak da tarih bilincimizde ciddi sıkıntılar ve geçmişteki gerçekler ile aramızda çok ciddi kopukluklar olduğu rahatlıkla iddia edilebilir.
Diğer değişkenlerle de etkileşim hâlinde olan denizcilik konusu hakkında çok çeşitli başarılar ve başarısızlıklar ve bunların, gerek ülkenin, gerekse dünyanın gidişâtı üzerindeki etkileri söz konusu olabilirse de bu yazıda daha özel bir konuya el atılacağı için böyle ayrıntılara pek girilecek değildir. Buradaki mevzunun merkez noktasını ise İstanbul Haliç'de kurulan Tersane-i Âmire teşkil edecektir denilebilir ama geçmiş açısından değil de gelecek açısından.
Tabii ki denizcilik konusu, ülkenin; siyâsî, içtimâî, iktisâdî, maddî, mânevî vesaire gibi değişkenlerinden bağımsız olarak değerlendirilemez ve anlaşılamaz çünkü bu etkenlerin tamamı bir bütünü oluşturduğu gibi en alâkasız gibi görünen konu başlıklarının bile karşılıklı derin etkileşimleri söz konusudur.
Örneğin, tarih açısından bakıldığında görülebileceği üzere, kimi zaman devletin iktisâdî zayıflaması denizciliği sekteye uğratmaya, zayıflayan denizcilik ise devlete hasar vermeye başlamıştır, diğer bir ifâdeyle karşılıklı olarak birbirini tetikleyen bir nev'î kısır döngü söz konusudur ve daha eskiye gidilirse bu durumun tam tersinin geçerli olduğu zaman dilimleri de fark edilebilir... Bu sebeple konuyla ilgili tarih çalışmaları, en az teknik çalışmalar kadar önemlidir.
Resim.1) Tersane-i Âmire'nin sadece bir bölümünün görüntüsü, 1890'lar olmalı. Ortada, donanmamızın ilk iki denizaltısının inşa edildiği büyük kapalı kızak hemen göze batıyor. Bu yapının içinden bir fotoğraf görmek isteyen buradaki yazıya göz atabilir.
|
Devamını oku...
|
Cumartesi, 13 Haziran 2020 |
Bilinen ikibin küsur yıllık Türk tarihi içinde en karanlık, aşağılayıcı ve de fazlasıyla kahredici dönem hangisidir diye sorsanız bana, vereceğim cevap; İstanbul'un düşmanlar tarafından işgalin başlangıç adımı sayılabilecek 10 Kasım 1918 ile 20 Temmuz 1936'da kurtarılması arasında geçen uzun zaman dilimidir, şeklinde olacaktır. Aynı sebeple bütün bu büyük acıya yol açan olaylar silsilesi belki de tarihimizdeki her şeyden daha iyi öğrenilmek zorundadır ki yapılan hataların farkına varılıp, gerekli ibretler de aldıktan sonra, doğru sonuçlar çıkartılabilsin.
Konu böylesine önemli olmasına rağmen, bahsi geçen işgal döneminin görmezden gelinmesinin ve âdeta hiç olmamış gibi davranılmasının psikolojik sebepleri de olabilir belki ama hepimiz için bu karartılmış zaman diliminde yaşananlar, ödenen bedeller, çekilen târifsiz çileler hakkında doğru bir şekilde bilgilenme ihtiyacında olduğumuz gerçeği de açıkça ortadadır.
İşte yanda kapağı görülen, etrafımızı sarmış durumdaki türlü türlü ideolojik saplantılardan ve kuruntulardan uzak, akıcı bir dil ile ve belgelere dayanarak yazılmış; Artçı Diplomat adlı eser, yediden yetmişe, herkese tavsiye edilir. Kitabın içeriği sadece bu konudan da ibâret değildir, örneğin bugün yaşanmakta olan Libya hadisesilerinin köküne inmek isteyenler için de kitapta ilgi çekici bilgiler mevcuttur... Birkaç satır alıntı da vermek icâb ederse:
"Ailede anlatılanlara göre, Sultan Abdülhamid bir ara önemli bir yenilik yapmak istedi. 1851'den beri Londra'ya hep Hıristiyan büyükelçileri tayin etmek âdetinden vazgeçilerek oraya, Rum veya Levanten olmayan, Müslüman bir Türk göndermeyi tasarladı... İngiltere menfi bir tavır takındı... "
"5 Ekim 1908'de ... Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, 1878'den beri işgal ettiği Bosna-Hersek'i ilhak etti. İstanbul halkı galeyana geldi ... iki gün sonra 7 Ekimde halk toplanıp Avusturya-Macaristan aleyhinde gösteriler yaptı. Neticede, oradan ithal edilen mallara karşı boykot ilan edildi. Bunlar arasında o zaman en belirgin olanı Avusturya malı fesler olduğu için, Sultan Mahmud devrinden beri Osmanlıların resmi serpuşu olarak kullanılan bu başlığa karşı bir tepki doğdu ve yerine kalpak tercih edilmeye başlandı."
Bu alıntı, sokak gösterilerinin aslında sadece acizliğin ilânından ibâret olduğunun bir numunesi olması yanında, böylesine üretimden uzak ve dolayısı ile ithalâ bağımlı kalındığında, içine düşülmesi kaçınılmaz olan acizlik kuyusunun derinliğini de göstermektedir. Tek kullanıcısı Osmanlılar olan fes gibi bir ürünün ezeli bir düşmandan ithâl ediliyor olması gerçeğini nereye, nasıl oturtalım, bugün bile yoğurt mayasını dahi hiç utanmadan, sıkılmadan Batıdan ithâl ediyor olduğumuzu öğrendikten sonra.
"Durumu yakinen takip eden İtalya yaratılan fırsatı fark ederek harekete geçti. Tüccarlarına Libya'da kötü muamele edildiğini iddia ederek protestolara başladı ve tehditler savurdu. Nihayet 29 Eylül 1911'de İtalya Osmanlı İmparatorluğuna harp ilan etti. Bu gaflet zor anlaşılır."
"Bu durumdan kurtulmak için, İtalya iki koldan harekete geçti. İlki askeri idi. Bariz bir üstünlüğü olan donanmasını faaliyete geçirerek, 1912 yılının 24 Nisan-20 Mayıs tarihleri arasında ... Rodos ve Oniki Ada'yı işgal etti."
"Balkan Savaşı hengamesi sırasında, Ouchy anlaşmasının önemi ve nispi başarıları gözden kaçtı. Ve birçokları Libya'da Ouchy'yi takip eden yıllarda neler olduğunu farkında değildi. Osmanlı Devleti'nin Libya'yı terk ederek, memleketi İtalya'nın insafına bıraktığı zannedilir. Bu, tamamen yanlıştır. Ouchy'de Osmanlılara tanınan haklar sayesinde Libya ile bağlar kopmadı. Ve bunlar hem resmi hem de gayri resmi yollardan, 1919'un ilk aylarına kadar devam etti."
"Veliaht Yusuf İzzetin Efendi Zincirlikuyu köşkünde 1 Şubat 1916'da vefat etti... Ya ölüm sebebi? Resmi kayıtlara göre intihar. Ne şekilde? Kol damarlarını keserek."
Tıpkı babasından 42 yıl sonra, tam olarak aynı oyunun bire kez daha oynanışı ve tarihin bir kez daha tekerrürü!
"Halbuki Ferit Paşa'nın İngiliz ve diğer Müttefikler'e karşı tavır ve hareketleri, millet ve devlet için zararlı olduğu kadar, onursuz ve haysiyetsiz idi."
"19 Mayıs 1919'da İngiliz, Fransız ve Amerikan gemilerinden mürekkep bir filo İzmir limanına vardı. Amerikan gemilerinin filoya dahil olması garipti zira bu ülke savaşa 1917'den itibaren iştirak edip ... Osmanlı'ya harp ilan etmemişti. Ertesi günü, 15 Mayıs 1919'da, filonun getirdiği tam teşekküllü bir Yunan Tümeni karaya çıkarak şehri işgal etti."
"Müttefikler 16 Mart 1920 günü, tehditlerinin birini şiddetle tatbit etti. İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri ani bir baskın ile İstanbul'u işgal etti. Mütareke şartlarının bu beklenmedik ihlali asker ve polislerimizin kanı dökülerek tatbik edildi... İstanbul'da gezinen müttefik devriyeleri arasında Amerikan bahriyelilerinin bulunuşu..."
Yukarıdaki son iki paragrafla bağlantı konular merkezinde bir yazı yakında tamamlanabilir...
"19 Ekim 1922 günü Refet Paşa gemiyle İstanbul'a geldi... Refet Paşa hemen büyük bir şevk ve heves ile işe sarıldı. Ve türlü açık ve... örtülü, gizli faaliyetlere girişti... 20 Ekim 1922'de Refet Paşa'nın getirdiği 100 jandarmaya İngilizler izin verdi, jandarmalar sahile çıktı. Hemen yürüyüş koluna giren askerler, Sirkeci'den Divan Yolu'na, oradan da Ayasofya'ya gitti. Ahali bu basit yürüyüşü bir zafer alayına çevirdi. Namazdan sonra camide şükran duaları okundu..."
Hasan Basri Danışman tarafından, Osmanlı hariciyecilerinin sonuncularından; dedesi Mustafa Reşit Paşa merkezli olarak yazılan ve Osmanlı Devletinin Türkiye Cumhuriyetine dönüşümü macerasının, kamuoyu tarafından neredeyse hiç bilinmeyen çok ince ayrıntılarına da ışık tutan, bu son derece önemli eser 1998 basımı olduğu için muhtemelen ancak sahaflarda bulunabilir. |
Perşembe, 11 Haziran 2020 |
Kısa sayılabilecek bir süre önce tasarım anlayışı kavramını ve etkilerini gemi mühendisliği bağlamında birkaç numune ile ele almıştık, yine eski sitede de "Milli Denizaltı: MİLDEN - Mürettebat" başlıklı yazıda bu hususta bir iki kelâm edilmişti. Söz konusu kavramın, mühendislik açısından son derece önemli olduğu için zaman zaman farklı konularla ve temel ilgi alanımız olan denizcilik doğrultusunda, ele alınmaya devam edilmesi beklenebilir.
Bugün ağımıza düşenler; Norveç ve İspanya ikilisi olacak. Norveç donanması, barış zamanında dahi olsa, hemen kıyılarının dibinde, savaş gemisi batırma yeteneği alanında haklı bir üne sahip, tabii batırdıkları gemiler hep kendi gemileri olunca mesele biraz daha şenleniyor.
Resim.1) Oslo sınıfı fırkateynlerin ilk gemisi F-300 (KNM Oslo) 24 Ocak 1994 itibarı ile battığı noktada.
Aynı sınıftan F-302 (KNM Trondheim) ise 17 Mart 2006'da benzer şekilde yaralandı ve iki sugeçirmez bölmesi su dolduysa da zorlukla batmaktan kurtarıldı fakat onarılmayarak hizmet dışına çıkartıldı ve hedef gemisi yapıldı.
Oslo sınıfı gemiler, ABD kökenli Dealey sınıfı refakat muhribi tasarımı temel alınarak, Norveçliler tarafından kendi ihtiyaçlarına göre uyarlanan ve Norveç'de inşa edilen gemilerdi.
|
Devamını oku...
|
Derin Mavi Denizde Bir Kedibalığı |
Pazar, 07 Haziran 2020 |
Fazlasıyla ciddi ve âsab bozucu ya da teknik meselelerden biraz uzaklaşıp arada daha hafif, yumuşak ve tehlikesiz, mavili musikî'den ibâret bir konuya el atmak iyi olabilir gibi görünmüştü ama yine olmayacak gibi çünkü gelen mevzunun kökeninde büyük bir zulüm ve hesapsız acılar da yatıyor.
Eğer 1981'de TRT'de Kökler adıyla gösterilen diziyi hatırlayanlar varsa, Batı Afrika'dan köle tacirleri tarafından kopartılarak Kuzey Amerikaya götürülen ve köleleştirilen, Müslüman Kunta Kinte'nin hikâyesini hemen anımsayacaklardır.
Evet, kedibalıkları derin ve mavi denizlerde yüzemez, onlar ancak sığ, çamurlu ve bataklık kahverengi nehirlerde ve göllerde yüzüp tatlısuda yaşayabilirler, yorumlamak okuyucuya kalsın.
1990'larda birbirinden bağımsız iki araştırmacı: Sylviane Diouf [1] ve Gerhard Kubik [2] tarafından gerçekleştirilen ve Kuzey Amerika'daki köle zencilerin ürettiği bir müzik olan, sonrasındaki süreç ile Jazz, Rock, Hard Rock, Heavy Metal gibi türlerin doğmasına da sebep olacak; Blues'un kökenlerini üzerine yaptıkları araştırmaların sonuçları son derece şaşırtıcı bir durumu ortaya koymuştu.
|
Devamını oku...
|
Su Üstüne Yazı Yazsam Kalır mı? |
Cuma, 05 Haziran 2020 |
Resim.1) Hollanda'da 1972'de hizmete alınan Dünyanın ikinci alçak-basınç deney havuzunun kesitini gösteren bir çizim.
Başarılı bir pervane tasarlayabilmek için pervane çevresinde oluşan basınç dağılımının, ortamdaki sıvı ile etkileşime girmesi neticesinde meydana gelen kovuklanma hâdisesinin çok dikkâtle incelenmesi gerektiği, oldukça uzun zaman önce anlaşıldıktan sonra, bu alanda etkili çözümler oluşturmaya yönelik çeşitli yaklaşımlar da geliştirilmeye başlanmıştı.
Kavitasyon tünelleri, 1895'de imâl edilen ilk örneğinden itibâren bu sahada kullanılan en yaygın donanımlar olduysa ve zaman içerek giderek geliştiyse de çeşitli ihtiyaçlar sebebiyle farklı araştırma yöntemleri de geliştirildi ki bunlardan biri olan "alçak-basınç deney havuzları" yazının konusunu teşkil edecektir. Söz konusu tesisler, köklü bir geçmişe sahip olan ve başlangıçta, gemi direncinin ölçekli modeller ile deney ve ölçümler yapmak vasıtasıyla tespit edilmesinde kullanılan, geleneksel gemi model deney havuzlarının oldukça gelişmiş, yenilikçi bir türevidir.
|
Devamını oku...
|
Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi |
Çarşamba, 03 Haziran 2020 |
Hile ve aldatma yolunda tam bir üstad-ı âzam olan ve bu görevini yerine getirebilmesi için de özel bâzı yeteneklerle donatılmış olarak Dünya'ya gönderilen bir mahlûk tarafından yazılan ve hemen sağda kapağı görülebilen bir kitabı, ülkemizde pek tanınmadığı için kısaca ele almak iyi bir fikir gibi gözüktü.
Arminius Vâmbéry adıyla tanınan, Macaristan kökenli bir yahudi olan şahsın özel bir maksatla 19.yüzyılın sonlarında Orta Asya'ya sızmak için gerçekleştirdiği seyahat hakkında, kendinden önce defalarca Batılı casuslar tarafından denenen ve hiçbirinin başarılı olamadığı bu harekâtı gerçekleştirebilen bu ilk kişinin, yazdığı bu kitap son derece şaşırtıcı, acayip ve de ibretlik ayrıntıları içinde barındırmasıyla dikkât çekmektedir.
Vâmbéry bir süre İstanbul'da yaşayıp şaşırtıcı bir çevre edindikten sonra Hacı Reşid adıyla sahte bir İstanbullu Türk kimliğine bürünerek asıl hedefi olan Orta Asya'ya doğru 1862'de İstanbul'dan yola çıktı... Bir numune teşkil etmesi açısından kitaptan üç beş satır da alıntı yapılırsa:
"Ertesi gün sağanaklı bir havada yola çıktık. Bir gün sonra, akşam üstü, Diyadin hudut kasabasına vardık. Gece için yatacak bir yer sağlamak maksadıyla, sağa sola sorarak nihayet Kadı'nın evini bulduğumuz zaman, orada kapalı ambarın bir köşesinde Amerikalı bir papazın, karısı, kardeşi ve çocuklarıyla oturmakta olduğunu gördüm. Yıllarca İran'da Urumiye'de bulunmuş, şimdi ise Filadelfiya'ya dönüyormuş. Urumiye... Filadelfiya! Ne uzun mesafe! Fakat misyonerlerin gözünde uzaklık, mesafe diye bir şey yoktur."
"Bu pejmürde giysiler içindeki Tatarlardan birisinin odama gelmesine çok memnun oluyordum... Onlar ise benim amacımı bilmediklerinden, kendileriyle görüşme ve konuşmaya gösterdiğim ilgi ve isteği bir art niyete bağlamıyor, hasbi olduğunu sanıyor ve bu nedenle, benim böyle alçak gönüllü oluşuma, ilgi gösterişime, doğal olarak memnun oluyor, hayret ediyorlardı."
"Daha önce de söylediğim gibi, ortak tanıdıklara dayanarak epeyce fırıldak çevirebileceğime bir kere daha emin oldum... Amacım, bir tarikata mensup olduğumu ve bu yolculuğu şeyhimin emriyle yaptığımı ima etmekti."
Resim.1) Arminius Vâmbéry tarafından Orta Asya seyahatinde izlenen güzergâh.
"Başımdaki kocaman sarıkla boynuma astığım büyük boy Kur'an-Kerim bana bir şeyh görüntüsü kazandırdığından, bu tür zahmetlere katlanmak zorundaydım... bu şeyhlik niteliği ve giysisi beni dünyaya ilişkin soru ve cevaplardan kurtarıyor, bu tür şeyler yalnızca arkadaşlarıma soruluyordu."
"Ne ki hühümeti aldatmak, halkı aldatmak kadar kolay değildi."
"Onlara 'Ben sırf cehennemli Avrupalılardan kurtulmak için İstanbul'u terk ettim. Şimdi hamd olsun, Buhara-yı Şerif'te kendi âlemimde tatlı bir hayat sürüyorum...' diyordum."
"Bu tartışmalar sırasında, fırsat buldukça, Buhara bilginlerine övgüler yağdırdım. Onları yalnız kendime değil, bütün İstanbul bilginlerine yeğlediğimi söyledim. Çünkü amacım, hile ve yaltaklanmalarla, kendimi, bu dinsel konulardaki tartışmalardan bir tehlikeye uğramadan kurtarmaktı. "
"Bunlara Arapça ve Farsça hikâyeler ve Kur'an âyetleriyle süslediğim cevaplar verdim..."
Kendi ifâdelerine göre Vâmbéry Orta Asya'nın Batılılar tarafından henüz nüfûz edilemeyen bölgeleri hakkında topladığı bütün verileri dönüşte ingilizlere sundu ve bu müthiş başarısı sayesinde ingiliz istihbaratının hizmetine girdi. Sonraki yıllarda, son derece dikkâtli ve şüpheci Sultan 2.Abdülhamid'e bile İslam âlimi(!) kimliğini yutturmayı başaracaktı. Müslümanların nasıl ve hangi yöntemlerle en etkili şekilde kandırılabileceğini uygulamalı olarak gösteren Vâmbéry, Batılılara bu yönde yepyeni ufuklar(!) açtı. Bu adamı tanımadan fetö ve benzeri oluşumların kökü hakkında yeterli bir kavramaya sahip olabilmek çok zordur...
Fakat zamanla boynuz kulağı geçecekti, onun açtığı yoldan yürüyen mânevî talebeleri, bugün etkileri devam etmekte olan çok büyük fitneler çıkardılar, öyle ki bu ikinci dalganın uygulayıcıları, günümüzde Türkiye dahil bütün İslam coğrafyasında basılıp dağıtılmakta olan Kuran-ı Kerim tesfirleri dahi yazıp, sapık fikirlerini yaymayı başardılar. Eğer aynı delikteki yılan tarafından devamlı olarak ısırılıp duruyorsak hem iğneyi hem de çuvaldızı kendimize batırmak zorundayız. |
Pazar, 31 Mayıs 2020 |
Çekirdeğinde 79 proton ve 118 nötron bulunan, ~1.064°C'de eriyen ve özgül ağırlığı son derece yüksek (19,28) bir metal olan Altın, tahminlere göre keşfedildiği zaman dilimi olan M.Ö. 3000'lerden sonra giderek insanlığı etkisine almaya başladı ki bu etki günümüzde de hâlen sürmektedir. Doğrusu Altın'a insanoğlu tarafından atfedilen değer herkes tarafından doğal karşılanmakla birlikte aslında gâyet yapay ve garip bir olgu değil midir?
Bununla birlikte burada konuya Altın'ın dâhil olması fizikî değil de rûhî etkisi sebebiyledir. Asıl mevzu ise başka birkaç element ile bağlantılıdır ki bunları; Demir, Karbon, Krom, Nikel, Mangan ve Azot olarak sıralayabiliriz.
|
Devamını oku...
|
Cuma, 29 Mayıs 2020 |
Geçtiğimiz Mart'ın başı gibi olsa gerek bir akşam vakti, Türkiye'nin köklü, güçlü ve "gerçekten milli" nâdir ağır sanayicilerinden bir dostumla Kuzguncuk sırtlarındaki bir noktaya vâsıl olup gelecek diğer arkadaşları beklemeye başladık. Bu esnada bir yandan da sohbet etmekteyken şöyle bir soru soruverdi: SpaceX diye bi şey var ya, bu konu hakkında ne düşünüyorsun?
Doğrusu o âna kadar bu mevzu üzerinde hiç düşünmemiş olmama rağmen saniyeler içinde aklıma tamamen başka birşey düştü, hayır karpuz kabuğu değil ;) Project Azorian. Evet ilk bakışta bu bambaşka bir konuydu ama tamamen alâkasız mıydı?
Sun Tzu tarafından M.Ö. 6.yüzyıl'da yazılan meşhur Savaş Sanatı adlı esere yakın tarih boyunca anglo-amerikan ekseni tarafından büyük değer verildiği gibi bu kitaptaki görüşler de söz konusu güç tarafından dünya çapında yoğun ve etkin olarak tatbik edildi ve ediliyor. Bu Çinli yazarın Savaşlar Aldatma Üzerine Kuruludur söylemi temeline bina edilen ve hemen yukarıda adı geçen Project Azorian yâni Azorlu Projesi de yakın tarihin pahalı ve başarılı aldatma harekâtlarından biri olarak kabûl edilebilir. Günümüzde bu konuyla ilgili pek çok resmi belgeye dahi kolayca ulaşılabildiği için fazla ayrıntıya girilmeden meseleye kısaca değinilecek.
|
Devamını oku...
|
Perşembe, 23 Nisan 2020 |
Son zamanlarda çeşitli açılardan manyetizma olgusu ile doğrudan alâkalı birkaç konuyu ele alınca, aynı yönde ilerlemeye devam etmek de ister istemez uygun gibi göründü. Öyleyse şimdi mevzunun Denizaltı Savunma Harbi (DSH) boyutu ve önümüzdeki dönemde bu alanda yaşanması beklenen bâzı gelişmelerin muhtemel etkileri bağlamında üç beş cümle daha sarf edilebilirdi.
Hemen aşağıdaki manyetizma yaftası üzerinden birkaçına ulaşabileceğiniz üzere, aslında son derece kapsamlı olan bu konunun, sâdece bizim ilgi alanımıza giren bölümleri bile oldukça geniş bir çerçeveye sahiptir; gemilerin ve denizaltılarının manyetik izlerinin azaltılmasından, sualtı silahlarının tapalarına kadar...
|
Devamını oku...
|
Cumartesi, 11 Nisan 2020 |
Kısa bir süre önce gemisavar güdümlü mermiler açısından tapa adı verilen harpbaşlığı bileşeninin önemine vurgu yapan bir konu kısaca ele alınmaya çalışılmıştı. Bir füze için olduğu kadar bir torpil için de bütün tasarımdaki en önemli bileşenin yine tapa olması dolayısıyla, şimdi biraz da suyun altına inmek gerekli oldu.
İlk geliştirilen torpillerden itibâren silah üzerinde taşınan harpbaşlığının ateşlenerek hedefin tahrip edilebilmesi işinin sorumlusu; atâlet (temas) ile çalışan tapalar olmuştur. İlerleyen zaman ile birlikte silah teknolojisinin gelişmesine bağlı olarak, daha etkin torpil tapalarının geliştirilebilmesine de büyük önem verilmiştir.
|
Devamını oku...
|
Perşembe, 09 Nisan 2020 |
İkinci Dünya Savaşının hemen ardından, denizaltı teknolojilerine verilen büyük öneme binaen hızlı gelişmeler yaşanmaya başladı. İtici güç, soğuk savaş olarak adlandırılan bu yeni dönemde arge çalışmalarına bilhassa iki mâlûm ülke tarafından aktarılan büyük kaynaklardı. Malzeme teknolojisi de aynı dönemde önemli ilerlemelerin yaşandığı bir alt-saha oldu ki Batı tarafı açısından bu alandaki ilk önemli hamle ABD'de ulaşılan HY tanımlamalı, suverilmiş ve tavlanmış mukavim tekne çeliği ailesinin [1] geliştirilmesidir. İkinci dikkât çekici hamle ise kısa süre sonra Almanya'dan gelmiştir ve şimdi ele alınacak konu da meselenin sadece bu tarafı olacaktır.
|
Devamını oku...
|
Biz Yalan Rüzgârında Orsa Alabanda Eğlenirken |
Cuma, 03 Nisan 2020 |
20.yüzyıl, diğer bâzı anahtar kavramlar yanında, toplum mühendisliği uygulamalarıyla kimi milletler tarafından, kimi milletler üzerinde, silah kullanmadan müthiş tahribatların yapılabilmiş olmasıyla da dikkât çekmektedir. 21.yüzyıl ise bu çalışmaların yıkıcı etkilerinin artçı depremler gibi darbeler vurmaya devam etmesine sahne olmaktadır ki artık milletler neredeyse hiç dış müdahâle gerektirmeden, bizzat kendi bireyleri tarafından gönüllü olarak tahrip edilebilmektedir. Somut örnekler vermeye gerek var mı?
Tabii burada böylesine geniş kapsamlı bir konuya girmek gibi bir niyet yoktu, bununla birlikte çok dar ve özel bir çerçeveyi, mekanizmanın işleyişini anlayabilmek ve olaylardaki düzeni(!) tanımlayabilmek için bir örnekleme maksadıyla kullanmak da düşünülebilirdi. Fakat devam etmeden evvel belirtmek gerekir ki öncesinde kaynak [3]'ü okumayanlar bundan sonrasından pek birşey anlayamayabilirler ya da daha kötüsü yanlış anlayabilirler.
O zaman lâfı daha fazla uzatmadan 26 Mayıs 1968'e gidiverelim. Benim için pek eski bir tarih değil ama temas ettiğim ziyaretçilerden algılayabildiğim kadarıyla bu yazıyı okuyacak olanların önemli bir bölümü için, muhtemelen henüz ebeveynlerinin bile dünyaya gelmemiş olduğu eskilikte bir tarih aynı zamanda.
|
Devamını oku...
|
Çarşamba, 01 Nisan 2020 |
Sualtı gemilerinin 19.yüzyıl sonlarında donanmalar tarafından yavaş yavaş kabûl görmeye başlamasıyla birlikte tasarımlarının geliştirilmesi yönündeki çalışmalar da hızla artmaya başladı. Söz konusu çalışmaların öncelikleri; daha uzun dalış süresi ve seyir sığasının elde edilebilmesi, gemilere karşı daha etkili silahların geliştirilebilmesi, satıhta iken daha yüksek sürât ve daha iyi denizlik ile birlikte daha iyi güvenli derin dalış yeteneğinin sağlanabilmesi olarak sıralanabilir.
Dalmış durumda iken, derinliğe bağlı şekilde artan hidrostatik basıncın etkilerine karşı uygun çözümler üretebilmek ise öncelikle konunun kuramsal olarak anlaşılabilmesini, sonra ihtiyaç duyulan uygun nitelikteki gövde malzemelerinin geliştirilmesini, bilâhare istekleri karşılayabilecek yeterlikte imâlât yöntemlerinin oluşturulabilmesini ve nihâyet bütün bu sürecin sonunda "yapının denenerek beklendiği gibi davranacağının ispatlanmasını" gerektirmekteydi ki günümüzün denizaltı tasarım çözümleri için de aynı sıralama tam olarak geçerlidir.
|
Devamını oku...
|
Cuma, 27 Mart 2020 |
Şimdiki konu 19 harften oluşan oldukça havalı, tek kelimelik bir isme sahip Manyetohidrodinamik veya kısa ifâdesiyle MHD olarak tanımlanan kavrama hızlı bir girişten ibâret olacak gibi. MHD, bilim ve teknolojinin çok çeşitli sahaları ile doğrudan veya dolaylı yoldan etkileştiği için kapsama sahası da oldukça geniştir ki kâinatın yaradılış algoritmasını (maddî açıdan) açıklayabilme ve anlayabilme noktasındaki önemi sebebiyle, bütün bu sahalar içinde ilk sıraya herhalde Gökfiziğini koymak gerekirdi.
|
Devamını oku...
|
|
|
↢ Başlangıç ← Önceki 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Sonraki → Son ↣
|
|