Kemere
Pazartesi, 03 Ekim 2022 |
Kabaca iki yıl kadar daha bu Dünya'da oyalandıktan sonra önceki mevzuya biraz daha devam etme imkânı ortaya çıktı. Geçen hafta gibiydi, izlediğim ilgi çekici bir vidyo vasıtasıyla TUSAŞ motor sanayii tarafından geliştirilmekte olan TF6000 adlandırmalı turbofan motorundan da haberdar oldum. Bu belki de eski bir havâdisti ama yine de benim için yeniydi.
Söz konusu motor tabii ki bir uçak motoru ve temel olarak herhalde Hürjet için geliştiriliyor olsa gerek ama endişe etmeyin havacılık alanına girecek değiliz ; ) ve fakat bu haber en az havacılar kadar denizcileri de ilgilendiriyor ve Türk Hava Kuvvetleri için ne kadar önemliyse, Türk Deniz Kuvvetleri için de en az o kadar önemli olmalı...
|
Devamını oku...
|
|
Salı, 13 Eylül 2022 |
Tam çeyrek asır önce bu yazının taslağı çoktan hazırdı ve gidişata bakıldığında sitede ele alınacak ilk konulardan biri olacaktı ama özel bir sebeple iptâl edilmesi gerekti. İki hafta kadar önce genç bir arkadaşla yazışırken aynı konu bir şekilde içeriğe dâhil olunca, yaşanan bu küçük gecikmeden sonra meseleyi tamamlamak artık iyi olur gibi görünüverdi.
Resim.1) Bir Reşadiye - Göcek seyri esnasında Marmaris - Rodos arasında orta suda kayığımıza eşlik eden küçük bir kısa burunlu yunus (delphinus delphis) sürüsündekilerden biri, 26 Mayıs 2013, 13:16:34.
Aslına bakılırsa zaman zaman bu konulara giriş mâhiyetinde bâzı ipuçları da verilmişti, örneğin buradaki gibi. Şimdi de biraz daha ayrıntıya inilebilir ki böylece gençler için ufuk açıcı bir etki oluşmasında belki bir nebze olsun katkı sağlanabilir.
|
Devamını oku...
|
Çarşamba, 31 Ağustos 2022 |
Denizaltılar üzerinde nükleer tahrik sistemlerinin kullanılmaya başlanmasıyla oluşan yarış ortamında taraflar birkaç önemli noktanın geliştirilmesi üzerine özellikle odaklandılar; güç-ağırlık ve güç-hacim oranlarının iyileştirilmesi, güvenliğin artırılması, izlerin; öncelikle gürültünün azaltılması. Bunlardan üçüncüsü açısından en önemli seviye atlaması ise 1969'da ABD donanmasına teslim edilen 671 borda numaralı Narwhal adlı türünün tek örneği denizaltı [Resim.4] vasıtasıyla gerçekleştirmiştir.
Söz konusu denizaltı 1997'de Seawolf hizmete girene kadar tam 28 yıl boyunca ve üstelik kendisinden çok sonra inşa edilen nükleer denizaltılara karşı (bir ihtimâl Ohio sınıfı hâriç) bile açık bir akustik üstünlük sağlamıştır ve bu sebeple de 1999'da hizmet dışına çıkarılana kadar Akustik İstihbârat görevlerinde kullanılmıştır.
Akış ve sevk sistemi kaynaklı gürültüler şimdilik bir taraf bırakılırsa bir nükleer denizaltının gürültüsünü azaltabilmenin yolu tahrik sistemini sessizleştirmekten geçer. Nükleer tahrik sistemi kaynaklı gürültülerin en güçlü iki bileşeni ise:
|
Devamını oku...
|
Pazar, 21 Ağustos 2022 |
Gemi güverteleri ve üstyapıları etrafında havanın akışı rüzgâraltı bölgesinde belirgin ve kimi zaman dikkâte alınması gereken etkilere sebep olur. Bu açıdan en önemli durumlardan biri de kıçüstünde bir hava aracı taşıyan türde gemilerin üstyapılarının hava-dümensuyundaki akışın yapısı ve söz konusu hava araçları ile etkileşimidir.
Daha önce bu amaçla gerçekleştirilen deney çalışmalarından ve bu tür durumların incelenmesinde en yaygın kullanılan SFS-2 tanımlamalı ölçekli modelden bahsedilmişti.
Resim.1) Bu çalışmada kullanılan iki 3B nesne. Sağda bilindik SFS2 modeli, solda ise (SFS2B) üstyapısının bütün yüzeyleri 11derece içe eğilmiş ve dört köşesi de 2m yarım pah kırılmış.
|
Devamını oku...
|
Salı, 09 Ağustos 2022 |
1948 yılında, denizaltıları tahrik etmek için atom enerjisi kullanmaya yönelik ilk çalışmanın ABD'de resmen başlatılmasıyla yeni bir döneme girilmiş oldu. Bir denizaltı üzerine yerleştirilecek ilk nükleer reaktör temelli bu tahrik sistemini geliştirmek için hazırlanan tasarımın ilk uygulaması ise karada kurulan özel bir tesis [Resim.1] yoluyla gerçekleştirildi.
STR (Submarine Thermal Reactor) olarak adlandırılan bu ilk kara konuşlu denizaltı tahrik sisteminin inşası 1949'da başladı ve 1953'de tamamlandı. Bununla birlikte son derece gizli yürütülen bu proje hakkında yeterli istihbaratı sağlayabilen Sovyetler de 1949'da hemen benzer bir proje başlattı ve daha sonra başlamalarına rağmen 1952'de, biri basınçlı su diğeri sıvı metal soğutmalı iki prototip denizaltı tahrik sistemi birden karada ateşlediler. Böylece denizdeki soğuk savaş, denizaltı gücü merkezli olarak başlamış oldu.
|
Devamını oku...
|
Pazar, 31 Temmuz 2022 |
Bu zamana kadar denizcilik açısından önemli sayılabilecek, görece yeni nesil malzemelere odaklanmıştık ama nihâyetinde çeşitli sebeplere daha derine inmek de elzem oldu. Artık geçmişin gemi malzemelerine ve teknolojilerine yönelik bâzı konuları ele almaya da başlayabiliriz ki doğal olarak bu sahaya giriş için ağaçlar ile ilk adımları atmak en uygunu olacaktır.
"Ağ sakallı Dede Korkutdan öğüt aldum.
İlerü yatan kara dağları aşdum.
İlerü yatan Karadenize girdüm.
Ağaçtan gemi yondum,
Ağ gömlegüm çıkardum, yelken kurdum.
İlerü yatan denizi dildüm, geçdüm.
Kitâb-ı Dedem Korkud
Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân
~ 10.yüzyıl
Mevzu son derece kapsamlı olduğundan, merkeze Türk Denizciliği alınmak suretiyle belli bir noktaya odaklanılarak mesele biraz olsun ele avuca sığdırılabilir hâle getirilmeye çalışılacaktır ve tabii ki zaman-mekan yüzeyinde insanlık tarihi boyunca milletler arası ciddi etkileşimler söz konusu olduğundan, odağın dışına çıkmak da kaçınılmaz olarak gerekecektir.
|
Devamını oku...
|
Pazar, 19 Haziran 2022 |
Hemen hemen beş yüzyıl önce Koçi Bey adlı bir Osmanlı devlet adamı tarafından hazırlanmış bu eser; Osmanlı Devleti'nin tarihini doğru olarak değerlendirip anlayabilme köprüsündeki kilittaşı olarak değerlendirilebilir.
Buradaki kısa değerlendirme için söz konusu eserin, Zuhuri Danışman tarafından hazırlanarak, 1972'de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bastırılan ve yanda kapağı görülen bir uyarlamasından faydalanılmıştır.
Koçi Bey, risâlesini 1041 (1631) yılında Sultan Dördüncü Murad'a sunmuştur ki asıl risâle budur. Sonraki padişâh olan Sultan İbrahim'e sunduğu ikinci bir risâle daha vardır, dönemi itibarı ile gizli tutulması gereken bu ikinci eserin tanınması çok daha sonraları olmuştur ve günümüzde iki eser artık birlikte değerlendirilmektedir.
Zuhuri Danışman tarafından belirtildiği üzere Dördüncü Murad'a takdim olunan risâlede kullanılan dil ıstılahlarla dolu, ağır ve ağdalı bir Osmanlıca ile yazılmış iken, Sultan İbrahim'e sunulan gayet sâde ve açık bir dille yazılmıştır, iki hükümdarın bilgi seviyeleri göz önüne alındığında bu fark doğaldıdır.
Koçi Bey risâlelerinde önce Devlet teşkilâtındaki bozuklukları izah eder ve bunu yaparken Hükümdarlık makâmını tenkid edecek kadar cesurdur, hem de Dördüncü Murat gibi gelmiş geçmiş bütün padişahlar içinde en sert tabiatlı olana karşı. Bu ayrıntı aynı zamanda Dördüncü Murat'ın günümüzde söylenenlerin aksine; yalnızca hainlere karşı (taşıdığı devâsa sorumluluk sebebiyle ve bütün Devlet yöntecilerinin de daima olması gerektiği şekilde) sert ve aslında gâyet akıllıca hareket eden ve dahi adil bir Sultan olduğunu anlatmaktadır ki bu sebeple belki de kendisine Osmanlı Hânedanı'nın "Son Gerçek Padişah"ı da denilebilir.
Dâima iftiharla anılan Kanûnî Sultan Süleyman devrini açıkça tenkit ederek, fenalıkların başlangıcı olarak gösteren Koçi Bey yazdığı risâlelerinde, bahsettiği bütün bu bozuklukların düzeltilebilmesi için yapılması gerekenleri de açıklamıştır. Akıl hocasının önerilerini dikkâte alan Sultan Murat durumu düzeltme yönünde adımlar atmaya başladıysa da ömrü yetmemiştir.
Bu kitap günümüz okuyucusu için son derece karamsarlık verici olabilir. Neden diye sorulursa; içerik beş asır önce yazılmışken, adeta benim de sizinle birlikte içinde yaşadığım bu zaman dilimini, tam bugünü anlatıyor gibidir, işin kötü tarafı muhtemelen yarını da. Neyse, siz yine de ümitsizliğe kapılmayın.
Birkaç cümle alıntı [ sarı ] ile konuyu tamamlayalım:
[ Benim devletlû hünkârım, kapudan paşa kulunuzun eli altında kırk - elli kadırga sâhibi beyler vardır. Mora beyi, Rodos beyi, Ağriboz beyi, Sistra beyi, Sakız beyi, Menteşe beyi, İnebolu beyi, Midilli beyi, Karlıeli beyi, Cezâyir beylerbeyisi, Tunus beylerbeyisi, ve Mağrib beylerbeyisi üçbin kılıç olur. Bunların kadırgaları vardır. İlkbaharda kaptan paşa pâdişâh donanması ve tersâne halkı ile sefere çıkınca bunlar da beraber sefere giderler. Ne tarafa ferman buyurursanız... ]
[ İkinci Sultan Selim -Allah'ın feyzi üzerine olsun- zamanında İspanya ve Venedik donanması, pâdişâh donanmasını bozup, sonra 90 parça çekdirme ve kadırga ile Ayamavra kalesini kuşatmıştı. Yanya beyi Gazi Turhan oğlu Mustafa bey adlı korkusuz gazi yetişip, kâfir donanmasını darmadağınık, ve bir çok askerini keskin kılıca lokma edip, kıt’ayı ellerinden kurtardı. ]
[ İslâm ülkesinin etrafında, bir köşede düşman görünse dahi, haberi padişah katına gelmeden devletsiz kelleleri, divân-ı humâyun önüne ulaşırdı. ]
[ 1005 (1597) târihine gelinceye kadar ... Zeâmet ve tımar adı ile kimseye arpalık1 verilmezdi. Paşmaklık2 tâyini lâzım gelse pâdişâh hası olan köylerden 19,999 akçeye varıncaya kadar tâyin olunup, fazla olmazdı. Eski tımar ve zeâmet kimseye has ve paşmaklık olmazdı... Dilsizler ve diğer pâdişâh nedimleri kimler olursa olsun ulûfeli olup zeâmet ve tımar onlara yasaktı... Şehir oğlanları ve reâyâ3 tâifesinin tımar istemeleri küfürle biraberdi. O çeşit kimselere verilmek mümkün değildi. ]
[ ... bunca kaleleri ve memleketleri fethedip, âlemi süsleyen seslerinin dünyâya velvele salması, zeâmet ve tımar erbâbının desteği ile olup, etraftaki hükümdârlardan bac4 ve haraç almışlardı. Aslında din ve devlet uğruna can ve baş veren seçme, başkalarından ayrı, cesur, benzerlerinden üstün olan, itâatli, boyun eğen onlardı. Onlar mükemmel iken yapılan gazâlarda, savaşlarda asla kapıkullarına ihtiyaç olmazdı. Devletin iyiliğini isteyen temiz ve inzibatlı bir taife idi. Aralarında bir tek yabancı yoktu. Hepsi ocak ve ocak-zâdeler, baba ve dedelerinden kalma pâdişâh dirliğine sahip kimselerdi. ]
[ Derviş Mehmed paşa ve Nasuh paşa gibi, cesur, yiğit, mert ve bahadır nice sâdık vezirleri, bâzı garaz sahipleri, birçok iftiralar ederek Allah korusun "Yüce saltanata suikastı vardır" diye padişahın gazabına uğrattılar. Onlardan sonra gelen vezirler, mecburen iç halkına5 uyup, havalarına göre hareket edip, her ne isteseler red etmez oldular. Onlar da pek çok işlere karışmağa başlayıp, kan bahasına nice yüz yıl evvel fetholunmuş köyleri, tarlaları birer yolunu bulup, kimini paşmaklık ve kimini arpalık, kimini mülk olarak verdirib, kendileri tamamen doyduktan sonra her biri adamlarına nice tımar ve zeâmetler verdirip, kılıç erbabının dirliklerini kestiler. Devlet hâzinesini ziyana uğratıp, âlemi bu hale getirdiler. ]
[ Bundan sonra yine kanâat etmeyip, rüşvet kapısını açarak sancaklara, beylerbeyilere ve diğer pâdişâh mansıblarına karışmağa başladılar. Bir alay ehliyetsiz ve hak sâhibi olmayanın, rüşvet laşesine tama edip, kimine beylik, kimine beylerbeylik alıverip, hak sâhibi olan bir alay iş görmüş, emektar, yarar ve şecâatli kullar, itibarsızlık köşesinde nam ve nişansız kalıp, fakirlik ve hiçlik içinde kaldılar. ]
[ Tımar6 ve zeâmet7 erbabı tamamen yok oldu. Bu yüzden yapılan seferler, bir varup bir gelmeden, belki mâmur memleketleri yakıp, yıkmadan ibaret kalıp fetih ve zafer görünmez oldu. Disiplin âlemden kalktı. Ulûfeli asker dünyayı tuttu ve sipahi guruhunu bastırdı. Namlıları, vükelâya8 bağlanıp, her ne kadar fitne ve fesad çıktı ise bu gibilerden oldu. ]
[ Evvelce Şeyhülislâm olan kimseler olgunluk ve fazilet kaynağı oldukdan başka çekinmeden hakikati söyleyen kimseler olup, âlemin sığınağı pâdişâh hazretlerine her vakit güzel nasihatlerden geri kalmazlardı. Din ve devletin düzenine çalışır olup, halkın ahvâli ile ilgilenirlerdi. ]
[ Bugün ilim yolu dahi fevkalâde bozulmuştur. Aralarında yürürlükte olan eski kanun işlemez olmuştur. ]
[ Nihâyet, 1003 (1594) târihinden beri düzen bozulup, evvelce şeyhülislâm olan Sunullah efendi, birkaç defa yersiz olarak azlolundu, kazaskerler dahi sık sık azlolunmakla yerine gelenler azil korkusuna düşüp, devlet bindiklerine karşı dalkavukluk yapmağa mecbur kaldılar. Pâdişâh huzurunda hak sözü söylemez oldular. Herkesin hatırını hoş etmeye ehemmiyet verir oldular.. ]
[ Giderek her işe hatır karışmakla ve her işe göz yummakla hak sâhibi olmayanlara hadden aşın mevkiiler verilip, eski kanun bozuldu. ]
[ Bir zerre kadar küçük olan bu fakir kul, İstanbul’a geldiğim vakit, vâkıa yüce bilginler şimdiki gibi maiyyet sahibi değil idi. Fakat bir müderris duacıları yoldan geçse, bütün halk tamamen ona dönüp, pek fazla hürmet ve ikram ederlerdi. Irz ve vakarları olgun halde idi. Dışarı çıktıkları vakit, kendileri ve adamları babayani elbiseler giyerlerdi. Katiyen süs ve zarâfetleri yoktu. Beyhude seyir ve sülük ve yüksek mevki isteğinde değillerdi.. ]
[ 992 (1584) târihine gelinceye kadar köyler ve tarlalar, kılıç ehli elinde ve ocak-zâdelerde olup, yabancı ve kötü asıllı kişiler girmemiş idi. Büyüklerin ve âyânın sepetine girmemişti... Boşalan tımar ve zeâmetler de eski kanunlara aykırı olarak İstanbul tarafından verilmeğe başlandı. İleri gelenler ve vükelâ, boşalan yerleri adamlarına ve akrabalarına verip, İslâm memleketlerinde olan tımar ve zeâmetin seçmelerini şer'i şerife ve yüksek kanuna aykırı olarak kimini paşmaklık yaparak, kimini pâdişâh Has'ına katarak, kimini mülk olarak, kimini vakif olarak, kimini vücudu sıhhatte olan kimselere emeklilik olarak verip, bütün zeamet ve tımar, ileri gelenlerin yemliği oldu. Bu bozukluklar, devletin en şecâatli, güçlü, şan ve şevkete sebep olan askerinin harap olmasına sebep oldu. Halbuki paralı asker, aşağı tabaka halkından devşirilirse hiç bir yararlığı olmaz. ]
Koçi Bey Risâlesi doğrudan konuya temas etmese de Osmanlı/Türk Denizciliğinin nasıl ve neden çöktüğünü doğru olarak anlayabilmeyi sağlayabilecek şekilde devlet içindeki çürümeyi açık olarak ortaya koyan içeriğe sahip olması sebebiyle denizcilik tarihi açısından da önemlidir diyebiliriz.
Tabii Koçi Bey'in yazdıkları esas olarak bugünü anlayıp, geleceği de kestirebilmek açısından değerlidir ki burada olmasa da asırlardır Batıda bu kitaba yönelik güçlü bir ilginin mevcut olmasının sebebi de bu ayrıntı olsa gerektir. |
Muharebeye Gideni Ölür mü Sandın? |
Perşembe, 09 Haziran 2022 |
Bilindiği üzere İkinci Dünya Savaşı döneminde, görece kısa bir zaman zarfında, askeri ihtiyaçlar etrafında şekillenen çok çeşitli alanlarda büyük teknolojik sıçramalar yaşanmıştır. Burada ele alınmaya başlanacak konu da böyle sıçramalardan birine giriş mâhiyetinde olacaktır ki günümüze kadar mahrum kalmamız sağlanan söz konusu teknolojinin Türk Donanmasının dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin gelecekteki etkinliği açısından son derece hassas ve hayâtî bir bileşen olmasından hareketle; durumun karar-vericiler tarafından dikkâte alınması umulur çünkü diğer her şey bir tarafa, bu teknolojiye sahip olup kullanmadıkça gerçekten başarılı bir Milli Denizaltı çözümü ortaya koyabilmek mümkün değildir.
" Derd i serdür geminün hak bu ki tarz u töresi
Aklı başında olan ona ider mi hevesi "
Cûyî
Bu teknoloji alanı günümüze kadar Türkiye gündeminden uzak kaldı ve üzerinde hiçbir ar-ge faaliyeti gerçekleştirilmedi ki Türkiye'nin milli imkânları ile değil bugün, onlarca yıl öncesinde bile söz konusu alanda başarılı ürünler ortaya konmaya başlanabilirdi. Böyle çalışmaların neden yapılmadığı meselesine geçmişte yeri geldikçe, birkaç cümle ile de olsa [1], [2], [3] vs. üzerinde olduğu hâliyle, değinmeye çalışmıştık.
Özet olarak böyle bir teknolojiye erişmemizi, hatta bunu düşünmemizi bile kolayca engelleyen bu mekanizmayı işleten dört büyük çarktan bahsedilebilir ki bunlar:
- Abwehr / BND
- NPS
- COMSUBNATO
- Loca
|
Devamını oku...
|
Mezar Taşlarını Koyun mu Sandın? |
Salı, 31 Mayıs 2022 |
" Nûh tahtına binüb başumuza şâh olalum
Hızr’a himmetle teveccüh edüp âgâh olalum
Hayr-ı dîn Beg gibi gazî bege hem-râh olalum
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm "
Yetîm
Osmanlı Devletinin yükselişi de, düşüşü de, sahip olduğu deniz gücünün yeteneklerine bağlı olarak gerçekleşmiştir. Diğer bir ifâdeyle Devletin gücü, Donanmanın gücüne, tam anlamıyla bağlı olmuştur ki bu sıkı ilişki; tarihi süreç biraz incelendiğinde, rahatlıkla anlaşılmaya başlanabilir.
Osmanlı Devleti bir deniz devletidir, doğal olarak denizci bir devlettir, tarihin bu dönemi boyunca Türkler çok iyi denizciler olmuştur. Denizlerde mağlup oldukları dönemlerde ise bu kayıpların temel sebebi ellerinde yetkin denizciler olmaması değil, karar vericilerin ve devlet bürokrasisine hakim olan yapıların denizcilerden olmamasının ve denizcileri doğru olarak kullanamamasının ve hatta kullanmak istememesinin bir neticesidir.
Hüseyin Paşa, Hasan Paşa gibi müthiş deniz aslanları belli dönemlerde (mecburen!) görevlendirilip durumu kurtardıysa da bilhassa 19.yüzyıldan itibâren "gerçek denizciler"in giderek deniz işlerinden dışlanması(!) kaçınılmaz olarak denizlerde büyük bir zayıflamayı doğurmuş, bu da doğal olarak Devleti sona doğru sürüklemiştir...
Sürecin bugününe de kısaca değinirsek; (üstelik) aynı anda; hem Uçak Gemisi, hem Hücumbot projelerinin yürütülüyor olması bile, hâlâ geçmişin acı taraflarının bir yansıması olarak; "gerçek denizciler"in ısrarla deniz işlerinden uzak tutulmakta olduklarının göstergesi gibidir, tarih tekerrür etmesin de ne yapsın.
|
Devamını oku...
|
Anadolu Mayası - Türk Kimliği üzerine bir inceleme |
Cuma, 27 Mayıs 2022 |
[ Anadolu mayasında, "Ay Yıldızlı Al Bayrak"ın üzerinde "birlik" yazar. Bu bayrak her yerde "şeref"le açılır; "vatan"ın bekası için, "can pazarı"nda "susamışın su içmesi" gibi teslim edilen "can"ı, "can"ın "asli aidiyet"ini ve "birliğimiz"i gösterir, bu itibarla "kutsal"dır. ]
Önceki yaz, evlere hapsedildiğimiz sokağa çıkma kısıtlamalarının kaldırılmasından hemen sonra hem denizi koklamak, hem de hasret gidermek için arkadaşlarla Salacak İskelesinde buluşmuştuk ki Hayrullah Amca ile de karşılaştık. Hoşbeşten sonra bana hemen mutlaka okuman lâzım diye bir kitap tavsiye etti: Anadolu Mayası.
Kim yazmış diye sordum, Yalçın Koç dedi. Bir an düşündükten sonra hani fizikçi olan, Ahmed Yüksel Özemre'nin talebelerinden olan mı diye sordum, ta kendisi dedi. Bütün bu göstergeler ışığında kitabı hemen alıp okumak şart oldu.
Bu arada Yalçın Koç'tan ilk kez nasıl haberdar olduğumdan [1] üzerinde bahsetmiştim ve her ne kadar o yazıda da bahsi geçen "Portreler Hatıralar" isimli kitabı doğrudan tanıtmaya fırsat olmadıysa da bu vesileyle bir kez daha hatırlatmış olayım, hem böylece o kitap vasıtasıyla bahsi geçen yazarı da birazcık daha tanıma fırsatı bulmuş olabilirsiniz.
"Anadolu Mayası"na gelirsek, kısaca; hayatımda okuduğum en etkileyici kitaplardan biridir diyebilirim, şahane bir eser.
Daha fazla yoruma gerek yok, yalnızca birkaç cümle [sarı] alıntı ile kararı okuyuculara bırakmak yeterli. Tabii ki bu topraklarda doğup, yaşayıp da mayası tutmamış olan bahtsızlara yönelik bir kitap da değil ; )
Diğer taraftan, tanıyabildiğim kadarıyla, siteyi düzenli olarak izleyen arkadaşların büyük bölümüne doğrudan ve deriden hitap ediyor...
[ Bu kitap, Anadolu mayası üzerine bir incelemedir. ]
[ Anadolu mayası, Anadolu Türk kimliğinin esasıdır; yok olmak, yok edilmek tehlikesi içine düşürüldüğümüz bu safhada, kurtuluşun yegane yoludur ve nihai dayanağıdır. ]
[ "İnsan" kavramının bulunmadığı diyarda, "maya"dan ve "öz"den söz edilemez. ]
[ Anadolu mayası, "farklı katmanlar"ın bir "sentez"i olamayacağı gibi, "kültür" esasına dayanan "antropoloji" anlayışı ile de "örtülerek kuşatılamaz" ve temellendirilemez. ]
[ Batı'nın esası iki adet "dil"den ve bir adet "kurum"dan ibarettir. Diller, "Grekçe" ve "Latince"dir; kurum ise "Kilise"dir. Batı'yı, bu itibarla, "Grek-Latin-Kilise diyarı" olarak vasıflandırdık. Grek-Latin-Kilise diyarında, “ferdi bireysel özgürlük” iptal edilir. ]
[ Şimdi soralım: Anadolu mayasında, “ferdi özgürlük”ün esası nedir? ]
[ Anadolu mayasında, “ferdi özgürlük”ün esası “gönül”dür. Anadolu mayasında, “birey”, “gönlünü bilerek” “özgür” olur. ]
[ Anadolu mayasında, “ferdi birey”in asli vasfı, “özgür” oluşudur. Oysa, Grek-Latin-Kilise diyarında, “birey”in “yığınsal” olarak oluşturulması, “birey”in “asli özgürlüğü”nün iptal edilmesine bağlıdır.. ]
[ Bu diyarda, “bireysel özgürlük”, “yığınsal birey”ler arasında, “zıtlık” esasına dayanan bir “sınırlandırma-serbestleştirme” ilişkisidir; bu, Anadolu mayası açısından “sözde özgürlük"tür. Grek-Latin-Kilise diyarında, “ferdi bireysel özgürlük”ün, kısacası “özgürlük” ün yolu “kapalı”dır. ]
[ Anadolu’daki ferdi bireyin dayanağı "Türkistan"dan gelen "kelam"dır. Yani bizatihi kendi "öz"üdür, kendi "esas"ıdır. Yığına dayanılarak "ferdi birey" olunmaz. "Ferdi birey" olunmadan "insan" olunmaz. "İnsan"ın olmadığı yerde" medeniyet" olmaz. Medeniyet Anadolu’ya mahsustur. Teknoloji ile medeniyeti karıştırmamak gerekir. ]
[ Grek-Latin-Kilise diyarında, “ferdi bireysel özgürlük” iptal edilir. ]
[ Anadolu mayasında, "ferdi özgürlük"ün esası "gönül"dür. Anadolu mayasında, "birey", "gönlünü bilerek" "özgür" olur. ]
[ Anadolu mayasında "bilgi" mayalanma neticesinde "gönlün bilinmesi" ile, aslın bilinmesi ile ortaya çıkan bir dönüşümdür... ]
[ Mutlak olan "kelam", izafi olan söze sığmaz. Nasıl sığsın; "izafi" olan, "mutlak"ı nasıl kuşatabilir. ]
[ Nasreddin Hoca'nın çaldığı maya hiç tutmaz mı, tabii ki tutmuştur; ama nerede ve nasıl tutar? "Göl" nedir, "çalınan maya" nedir, "mayayı çalan" kimdir? ]
[ "Binilen dalın kesilmesi" neticesinde ayak yere basar. "Binilen daldan düşüş" ve bunun neticesinde "yere basış", bir "dönüşüm"dür. "İnilen", artık "kesilebilecek bir şey" değildir; "esas"tır. Burada yol yürünür. ]
[ "Anadolu'da ki Vahhabilik", "Kilise"nin Anadolu'daki mütekabilidir; "Kilise"ye, Anadolu'da karşılık gelendir. ]
[ "Kilise erbabı" ile "Anadolu Vahhabileri" arasındaki fark, "dış"sal bir "kılık kıyafet" farkından ibarettir, gerisi aynıdır. ]
[ "Vahhabiler"in "vatan"ı iktidar sağlamak üzere "mevzuat düzenledikleri her yer"dir. Bu ahval Anadolu Mayası ile uyuşmaz. ]
[ Anadolu mayasında "vatan", "ferdi birey"in yeşerip geliştiği ve "ferdi birey"lerin "birliği"nin oluşturduğu mekandır. "Vatan"ın "esas"ı, Anadolu mayasında, "ferdi birey"in "asli aidiyeti"ne dayanır, bu nedenle "vatan", "kutsal"dır. Anadolu mayasında, bu nedenle "vatan" için "susamışların su içmesi" gibi "can verilir" ve gerekli olduğunda "vatan" için tereddütsüz "baş alınır". ]
[ Vahhabiler" Anadolu mayasındaki "vatan"ı fark eder ama idrak edemez; "asli aidiyet" yoluyla "vatan"ı idrak edebilselerdi, "dönüşür"lerdi. ]
[ "Vahhabiler" Anadolu mayasının halkı değildir, çünkü "mayaları tutmamış"tır. ]
[ "Vahhabiler"in kendilerine mahsus "vatan"ları olduğu gibi, kendilerine mahsus "bayrak"ları da vardır. ]
[ "Vahhabi bayrağı", sadece kendi aralarında "gizli saklı" açılır; bu bayrağın üzerinde "nifak" yazar. "Vahhabi bayrağı" Anadolu mayasının sağladığı "birlik"e karşı durur. ]
[ "Vahhabi"nin doğası, "nifak"tır; "birey"in esasını örten bir "bölücülük"tür. ]
[ "Birliği" ortadan kaldırmanın ilk adımı, "birliğin kimliğini" sorgulamaktır. "Vahhabi", bu itibarla, önce "birliğin kimliği"ne nifak sokar... Bölmek için, Grek-Latin-Kilise diyarındaki "yığının" kuruluş unsurlarını, mesela "etnik" farkları kullanır. ]
[ Anadolu "Vahhabi"si bazen "siyasi kisve" altında kendini gösterir. Bazen de, "cüppe" giyer, "dini kılık" içerisinde, "ortalık yerde" "ağlaya sızlaya" iş tutar; bunda da "Vahhabi"nin ahvali, "Sodom ve Gomore" ahvalidir. ]
[ "Tarih"in "bu an"ı itibarıyle, "Anadolu mayası"nın maruz bırakıldığı "yok olma, yok edilme" tehlikesi, "Endülüs mayasının" uğradığı "kırım" ile yakında alakalıdır. ]
[ "Vahhabi damarı"nın ortaya çıkardığı "mevzuat", Grek-Latin-Kilise diyarındaki "müktesabat" ile kökten bir uyum içerisindedir. Grek-Latin-Kilise diyarı, "Vahhabiler" ile oluşturduğu bu kökten uyumu, önce bölmek sonra yoketmek üzere Anadolu'ya girmek için "köprü" olarak kullanır. ]
[ Hem kendi "doğa"ları itibariyle, hem de Grek-Latin-Kilise diyarı ile sağladıkları "kökten uyum" nedeniyle "Vahhabiler", Anadolu mayasının en tehlikeli "can düşmanı"dır. ]
[ "Anadolu Mayası"nın esası, "cümle varlığın birliği ve kardeşliği"dir. ]
[ Cümle varlığın birliği ve kardeşliğinin esası, Hatem olan Kelam’dır. Hatem olan Kelam’ı dinler arası diyalog yoluyla inkâr eden, cümle varlığın birliği ve kardeşliğini, esasen inkâr eder. Bu durumda hoşgörü ve tolerans sözcükleri yoluyla ortaya konulan kavramların esası, bizzat Kilise teolojisinden ibarettir.. ]
[ Anadolu Mayası neydi? ]
[ Anadolu mayası''nı ''bilmeyen'', ''mevcut durum''u, ''Anadolu'' için ''son (final)'' zanneder. Oysa, “Anadolu”nun, nice “son” zannedilen “safha”yı, “sonlandırdığını” hatırlayamaz. Nasıl hatırlasın? ]
[ Aşk olsun Anadolu'daki Maya'ya, Aşk olsun Anadolu'yu Mayalayanlar'a, Aşk olsun ve de Selam olsun Anadolu'da Mayalananlar'a, Aşk olsun ve de Selam olsun Anadolu için Can Pazarı'na Çıkanlar'a ve Can Verenler'e ve Verecekler'e. ]
♦ Kaynaklar1. Portreler Hatıralar hakkında - https://uskudar.biz/denizcilik/tarih-ve-tekerrür-ve-türkiye-ve-almanya-ve-şu-ve-bu.html
|
Eski Yeni Bir Gemisavar Eğilim |
Perşembe, 05 Mayıs 2022 |
Daha önce ele alındığı üzere gemiye karşı havadan atılan güdümlü süzülen mühimmat kullanımı ilk kez İkinci Dünya Savaşı esnasında geliştirilmiş ve başarıyla uygulanmıştı. Sonraki dönemde ise belki de gemisavar füzelerin çekiciliği sebebiyle, bu etkin yaklaşım uzun süre boyunca terk edildi.
1999 civarında Kopp tarafından yaklaşık 60 yıl önceki bu kavram tekrar önerildi ki B-2 ve F-22 gibi düşük görünürlüğe sahip uçaklar ile birlikte mevcut ucuz havadan yere süzülen mühimmatların deniz hedeflerine yönelik ihtiyaçlara göre uyarlanıp yüksek irtifadan kullanılmasına dayanıyordu.[1]
|
Devamını oku...
|
Cumartesi, 23 Nisan 2022 |
Bütün gemiler karşıladıkları ihtiyaçlara bağlı olarak belli seyir sürâtlerine uygun şekilde tasarlanmaya çalışılırlar ve bu hedefe ulaşabilmek oldukça zorlu da olabilir. Örneğin Nakliye Gemileri; belli miktarda ve türde yükü, belli rotalarda, belli tek bir sürât için en düşük yakıt tüketiminde, asgarî işletme mâliyetiyle taşımak için tasarlanırlar ve böyle bir hedefe ulaşabilmek görece kolaydır.
Diğer taraftan, mesela Savaş Gemileri söz konusu olduğunda hedefler bulanıklaşır, izafî bir yapıya bürünür ve genellikle sonuca ulaşabilmek için bâzı fergâtler kaçınılmaz olur. Savaş gemileri sabit bir seyir sürâtine bağımlı olamazlar. Bu meseleye (mükemmel olmasa da) bir çözüm bulabilmek için çeşitli Bileşik Tahrik Sistemleri geliştirilmiştir.
|
Devamını oku...
|
Salı, 19 Nisan 2022 |
Ses enerjisinin su içindeki hareketi çeşitli değişkenlere bağlı olarak, oldukça karmaşık bir şekilde gerçekleşir. Söz konusunun enerjinin zayıflayarak sönümü sonarların yetenekleri üzerinde doğrudan etkili olduğundan suyun soğurma nitelikleri önemli bir çalışma sahasıdır.
Sıcaklığa bağlı olarak, yalnızca frekansın karesiyle orantılı şekilde değişen saf su için mesele kolaydır. Diğer taraftan deniz suyunun ses soğurma davranışı daha başka değişkenlerin de etkisi altındadır. Üstelik deniz suyunun nitelikleri hem küresel ölçekte, hem de zaman ölçeğinde oldukça devingen bir yapıdadır.
Aktif veya pasif bütün sonarların sağlayabileceklerini kısaca özetlemek için aşağıdaki resim şimdilik yeterli olabilir. Bu görüntü, DSH gibi bâzı açılardan alçak frekansın neden çok önemli olduğunun kolayca anlaşılabilmesine de yardımcı olabilir.
|
Devamını oku...
|
Pazar, 27 Mart 2022 |
Bu kez ataların oyunun kuralını güzelce tanımlayan sözlerinden biriyle yazıya sondan başlamak en iyisi olur gibi: Sen eşşek olmaya razı olduktan sonra semer vuran çok olur! Evet doğru yazım için burada tek ş gerekirdi ama çift kullanmak anlamın etkisi açısından daha uygun, öyle değil mi?
Takip edecek verilerin başlangıcı olan bu giriş bölümünde denizaltılar üzerinde kullanılan Baş Ufkî Dümenlerin ki bundan sonra kısaca BUD olarak da yazılabilir, yalnızca özel bir bileşeninden bahsedilecek, daha açık ifâde etmek gerekirse; Tip214 türü denizaltılar üzerinde kullanılan BUD tasarımlarına ait şaşırtıcı(?) bir ayrıntıdan, hepsi bu...
|
Devamını oku...
|
Pazar, 27 Şubat 2022 |
Güney Kore, tamamı kendi ülkesinde inşa edilen ve sonuncusu 2017'de denize indirilen dokuz Alaman tasarımı denizaltı ile Tip214 türü denizaltıların, en büyük kullanıcısı durumdadır ki bu husus orada elde edilen tecrübeleri daha dikkâte değer kılmaktadır denilebilir. Aynı denizaltıların diğer kullanıcılarına nazaran Korelilerin denizde daha fazla zaman geçirdiği de tahmin edilebilir.
Son-Won-İl sınıfı olarak adlandırılan Güney Kore Tip214'leri, 2006'da denize inen ilk araçtan itibâren ciddi sorunlar silsilesini de beraberinde getirmiştir, getirmektedir... Söz konusunu sorunların tamamını ele almaya bu aşamada gerek yok. Şimdilik yalnızca araç üzerindeki tek tahrik sistemi olan elektrik motoruna biraz odaklanılacak.
|
Devamını oku...
|
Gazavât-ı Cezayirli Gâzî Hasan Paşa |
Pazar, 13 Şubat 2022 |
" Nehb u gâretler ile Pulya’yı vîran edelüm
Geçüb andan öte İspanya’yı tâlân edelüm
Ceneviz memleketin hâk ile yek-sân edelüm
Gel donanmaya gidüb azm-i Fireng eyleyelüm "
Yetîm
Çocukluğundan itibâren ele avuca sığmayan, iki metreden uzunca, sağlam yapılı, müthiş derecede güçlü, doğuştan savaşçı ve yırtıcı bir şahsiyet olan Gâzi Hasan Paşa herhalde tabiatının bir yansımasıyla evcil hayvan olarak aslan besliyor ve üstelik bunu kafeste yapmıyor, hatta onu yanında dolaştırıyordu.
Kendisi hakkındaki en önemli bilgi kaynağı; Gazavât-ı Cezayirli Gâzî Hasan Paşa adlı eserdir ki İstanbul'da dört, Fransa ve Avusturya'da birer adet olmak üzere toplam altı nüshası günümüze ulaşmış durumdadır.
|
Devamını oku...
|
Çarşamba, 09 Şubat 2022 |
Çin denizaltıcılığını bir bütün olarak ele almak hem konuyu çok fazla uzatır, hem de önemli ayrıntıların arada kaybolmasına sebep olabilirdi. Aslında mevzuyu konvansiyonel ve nükleer tahrikli olarak iki temel bölümde incelemek mantıklı olurdu. Bunların içinden şimdi ilki seçilecek ve başlangıç dönemi de atlanarak yalnızca son yirmi yıla odaklanılacak.
Bu noktada belirtmek yerinde olur ki Çin, denizaltı teknolojisi alanındaki verilerini son derece gizli tutmakta ve sâdece yönlendirilmiş, örtülmüş, süzülmüş çok kısıtlı miktarda bilginin yayılmasına izin vermektedir. Bu bağlamda, her şeyi hemen ortaya dökmekten çekinmeyen Türk yaklaşımı [1] ile tam bir tezat oluşturmaktadırlar ki aslına bakılırsa bu açıdan bize örnek olmaları gerekirdi.
Çin denizaltılarının isimleri bile yoktur. Tasarımlarını nasıl tanımladıkları dahi muallâktır! Mesela buraya konu olacak Tip03IX başlığı altında bahsi geçecek olan 039A/B/C vs. gibi ifâdeler, Yuan sınıfı gibi adlandırmalar gerçekte Çin'in kullandıkları değil (belki 03IX kısmı hâriç) büyük ölçüde Batı tarafından verilen isimlerdir ve doğal olarak kaynaklarda neyin ne olduğu karışmış durumdadır. Diğer taraftan burada da adlandırma için mecburen Batı tanımlamaları kullanılacaktır.
|
Devamını oku...
|
Cuma, 04 Şubat 2022 |
" Yüri, ey bahr-i melâhatde kapudanluk eden
Bizi girdâb-ı gam içinde belâlarda koyan
Geçüb alarga yanumdan düşe kurtıla hemân "
Zafî
Buradaki içerik yalnızca daha sonra ele alınacak çok önemli bir konuya hazırlık niteliğindedir ki asıl hedef doğrultusunda gerçekleştirilen bir miktar hesaplamalı çalışmanın sonuçlarını özetleyip sunmaktan ibârettir, dolayısıyla fazla birşey beklemeye gerek yok, en azından şimdilik.
|
Devamını oku...
|
Salı, 01 Şubat 2022 |
Denizaltı kulelerinin tasarımı, toplam çözümün başarısı ve etkinliği üzerinde önemli bir ağırlığa sahiptir. İkinci savaş sonrasına tekabûl eden yakın zaman dilimi göz önüne alındığında ise bilhassa soğuk savaş döneminde öne çıkan ve ABD ile Rusya tarafından belirlenen iki oldukça farklı eğilimin kule tasarımları üzerinde sergilendiği görülebilir ki geçmişte bir iki kez bu konu kısaca ele alınmıştı, mesela [1] üzerinde olduğu gibi...
Bu arada yeri gelmişken, başlıkta da görülen, konuyla ilgili temel ifâdeye de biraz değinmek lâzım. Küçük gringoistan olduğumuzu düşünmeye başladığımızdan bu yana işlerin rengi her konuda değiştiği gibi denizaltı gövdelerinin tepesindeki bu büyük çıkıntıya(!) yavaş yavaş "yelken" denilmeye başlandı. İkibinli yıllara gelindiğinde ise bu tâbirin, anaokulundan itibaren tarzancanın aşık-ı üftâdesi kesilen insanlar topluluğunda iyice yaygınlık kazanmaya başlaması kaçınılmazdı.
|
Devamını oku...
|
|
|
↢ Başlangıç ← Önceki 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Sonraki → Son ↣
|
|