Bilindiği üzere İkinci Dünya Savaşı döneminde, görece kısa bir zaman zarfında, askeri ihtiyaçlar etrafında şekillenen çok çeşitli alanlarda büyük teknolojik sıçramalar yaşanmıştır. Burada ele alınmaya başlanacak konu da böyle sıçramalardan birine giriş mâhiyetinde olacaktır ki günümüze kadar mahrum kalmamız sağlanan söz konusu teknolojinin Türk Donanmasının dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin gelecekteki etkinliği açısından son derece hassas ve hayâtî bir bileşen olmasından hareketle; durumun karar-vericiler tarafından dikkâte alınması umulur çünkü diğer her şey bir tarafa, bu teknolojiye sahip olup kullanmadıkça gerçekten başarılı bir Milli Denizaltı çözümü ortaya koyabilmek mümkün değildir.
" Derd i serdür geminün hak bu ki tarz u töresi
Aklı başında olan ona ider mi hevesi "
Cûyî
Bu teknoloji alanı günümüze kadar Türkiye gündeminden uzak kaldı ve üzerinde hiçbir ar-ge faaliyeti gerçekleştirilmedi ki Türkiye'nin milli imkânları ile değil bugün, onlarca yıl öncesinde bile söz konusu alanda başarılı ürünler ortaya konmaya başlanabilirdi. Böyle çalışmaların neden yapılmadığı meselesine geçmişte yeri geldikçe, birkaç cümle ile de olsa [1], [2], [3] vs. üzerinde olduğu hâliyle, değinmeye çalışmıştık.
Özet olarak böyle bir teknolojiye erişmemizi, hatta bunu düşünmemizi bile kolayca engelleyen bu mekanizmayı işleten dört büyük çarktan bahsedilebilir ki bunlar:
- Abwehr / BND
- NPS
- COMSUBNATO
- Loca
olarak sıralanabilir. Bu sıralamadaki bileşenlerin Türk Denizaltıcılığı üzerindeki etkileri ve düzen içindeki ağırlıkları zamanın akışına ve Ülkenin yapısındaki değişkenlere bağlı olarak farklılıklar göstermiştir. Bahsi geçen bileşenler, tek tek ele alındığında, kimi zaman liderliği ele almış, kimi zaman ise ancak destek vermiştir. Mesela birinci bileşenin ilki 1922-39 arasında [1] her şeyi en ince ayrıntısına kadar tek başına yöneten ve şekillendirendir, gibi...
Başlangıç
20.yüzyılın başından itibaren, üstün durumdaki İngiliz donanmasına karşı bir çâre arayışındaki Almanlar bu doğrultuda denizaltı teknolojilerine büyük önem verdiler. Bu alanda ortaya koydukları türünün ilk örneği olan çözümlerden biri de Alberich olarak adlandırılan malzemedir.
Malzemenin temel geliştirme safhası tamamlandıktan sonra gerçek şartlarda tecrübe edilmek üzere ilk uygulaması eğitim maksatlı olarak kullanılan bir TipIIB sınıfı denizaltı olan U11 gövdesi [Resim.1] üzerine kaplanarak, 1940 yılında gerçekleştirildi ki bu durumda konuyla ilgili ar-ge faaliyetlerinin savaş öncesi dönemde başlamış olabileceği tahmin edilebilir.
Resim.1) Denizaltılara yönelik büyük bir tehdit olan aktif sonarların yaydığı ses dalgalarının olabildiğince soğurulması amacıyla geliştirilen gövde kaplama malzemesinin, gerçek şartlarda tecrübe edilmek üzere uygulandığı ilk denizaltı U11, bu yeni malzeme ile kaplamış olarak ilk kez denize indirilmek üzereyken, 1940.
I.G. Farben tarafından üretilen, içinde özel olarak şekillendirilmiş ve boyutlandırılmış hava hücreleri bulunan ve Oppanol olarak adlandırılan bir sunî kauçuk ile imâl edilmiş her biri ~2mm kalınlığındaki iki katmandan oluşan Alberich; 10-18kHz aralığında çalışan ASDIC1 tarafından ortama gönderilen ses dalgalarının yankısını önlemek/zayıflatmak suretiyle denizaltıya taktik üstünlük sağlamak hedefiyle geliştirilmiş bir malzemedir ve aynı zamanda denizaltı makinalarından kaynaklanan gürültüyü de bir miktar bastırarak pasif iz anlamında da ikincil bir fayda daha sağladığı ilk seyir tecrübelerinden itibâren anlaşılmıştır.
Bu arada gereksiz bir bilgi daha vermek gerekirse, Alberich; eski Alman efsanelerinden Thidreksaga'da adı geçen, Wagner'in Der Ring des Nibelungen operasında hazineyi koruyan, görünmezlik pelerinine sahip, cinin adıymış.
Memnuniyet verici ilk U11 tecrübelerinden sonra Alberich, 1941'de daha büyük TipIX sınıfı denizaltılardan U67 ve sonra da UD4 üzerinde denendi. Her ne kadar malzemenin ses soğurma yeteneklerinden memnun kalınsa da Alberich'i gövdeye yapıştırma konusunda büyük sıkıntılar yaşanmaktaydı. Günümüzün en yeni nükleer denizaltılarında dahi [Resim.4] aynı sıkıntı devam etmektedir ki bu ayrıntı çözümün o zamanlar için ne kadar zorlu olabileceğini anlamayı kolaylaştırabilir.
İşte bu yapıştırma sorunları sebebiyle 1944'e kadar Alberich sahada savaşan denizaltılar üzerine uygulanamamıştır. Sorun kısmen çözüldükten sonra ise ilk savaş uygulaması bir TipVIIC olan U480 üzerinde gerçekleştirilmiştir. Alberich ile kaplanmış U480 63 gün denizde kalarak ikisi savaş gemisi olmak üzere 15bin ton müttefik gemisi batırdı ve düşman suüstü unsurlarının sonarları tarafından tespit edilmeden geri döndü.
Böylece Alberich düşman DSH2 unsurlarına karşı sağladığı taktik üstünlüğünü ispat edebilmiş olsa da müttefik bombardımanları sebebiyle giderek artan suni kauçuk tedariği sıkıntısı ve bu malzeme ile denizaltı gövdesinin kaplamasının binlerce adam-saat gerektirmesi Alberich'in Alman denizaltı filosu tarafından yoğun olarak kullanılabilmesinin önüne geçti. Savaş bittiğinde U480 dâhil ancak 12 denizaltıya Alberich kaplanabilmişti ve savaşın sonucunu etkileyebilecek zaman kalmamıştı.
Gelişme
Savaş biter bitmez kazananlar tarafından Alman denizaltı teknolojilerini ele geçirme yarışı da başladı. Üzerine Alberich uygulanmış denizaltılardan olan U1105'e İngilizler tarafından el konuldu ve Temmuz-Kasım 1945 aralığında incelendikten sonra ABD'ye gönderildi. Ruslar da konuyla ilgili bir miktar malzeme, veri ve araştırmacı elde etti.
Bununla birlikte savaş sonrası şartlarında Alberich pek önemsenmedi fakat soğuk savaşın giderek şiddetlenmesi tarafları yeni arayışlara itecekti. Nükleer denizaltılara büyük yatırımlar yapılması neticesinde birkaç on yıl içinde denizaltı savaşı konusu her iki taraf açısından da en öncelikli mesele hâline geldi.
Resim.2) Proje.877 (Nato tanımlaması Kilo) sınıfı denizaltılardan biri üzerine yankısız kaplama uygulanırken.
Hindistan donanması aynı zaman dilimi içinde hem Rusya'dan Proje.877, hem de Almanya'dan Tip209/1.500 satın aldıktan sonra bu iki denizaltıyı kapıştırdı ve Rus denizaltısı, Tip209'a büyük bir üstünlük sağladı ki bu sonuç daha fazla Tip209 sipariş etmeye hazırlanan Hindistan'ı kararından vazgeçirdi. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasındaki başlıca etkenin ise 877 üzerindeki gövde kaplama malzemeleri olduğu söylenebilir.
1960'larda SSCB'de eldeki Alberich verilerini temel alan yankısız kaplamalar yönünde araştırmalar yoğunlaştı ki ilk çalışmaların 1950'lerde başladığı tahmin edilebilir. 1971'de kızağa konup 1972 sonunda donanmaya teslim edilen Proje.641B (Nato tanımlaması Tango) sınıfı konvansiyonel denizaltı üzerinde uygulanan ikinci nesil yankısız kaplamalar ile denizaltı tasarımında yeni bir dönem başladı denilebilir. Kaplamaları sebebiyle Sovyet denizciler arasında bu denizaltı lastik olarak anılmaya başlandı. Bu tarihten sonra inşa edilen bütün Sovyet/Rus denizaltılarının tamamında yankısız kaplamalar kullanılmıştır, kullanılmaktadır, kullanılacaktır...
Resim.3) Günümüzde Kanada donanması tarafından kullanılmakta olan, ilki 1987'de denize inen ve son İngiliz dizel-elektrik denizaltı tasarımı olan Upholder sınıfı araç.
Görüldüğü üzere sonar pencereleri ve kovan kapakları hariç neredeyse bütün gövde ve kule yankısız malzeme ile kaplanmış durumda.
Muhtemelen SSCB'deki bu gelişmenin tetiklemesiyle ABD tarafında da konuya yönelik âni bir ilgi başladı ve hızla gerçekleştirilen ar-ge çalışmaları [Resim.5] sonucunda, kesin tarih konusu bulanık olmakla birlikte 1980'lerin ilk yarısı civarından itibaren Sturgeon sınıfı nükleer hücum denizaltılarının ikincisi ile birlikte yankısız kaplamalar gringo donanması tarafından da yoğun olarak kullanılmaya başlandı.
Doğal olarak İngiltere de (muhtemelen ABD desteği ile) aynı dönemde bu önemli kabiliyete odaklandı. 90'lardan itibaren Fransa, 2000'ler ile birlikte Japonya ve Avustralya da kendi yankısız kaplama teknolojilerini geliştirerek kullanmaya başlamıştır. Çin de bu sahadaki eski oyunculardandır fakat giriş tarihi bulanıktır.
Resim.4) ABD'nin en yeni nükleer denizaltı sınıfı olan Vircinya'lar üzerinde hâlâ yankısız kaplama yapışma sorunları devam etmektedir. Önceki sınıflarına nazaran bu sınıf üzerinde daha fazla yapıştırma sorunu çıkıyor olması büyük ihtimâlle bu denizaltılar üzerine öncekilerden farklı yeni nesil bir kaplama uygulanmasının sonucu olabilir.
Günümüze kadar bu kervana katılan son ülke ise birkaç sene önce denize indirmeye başladığı KSS-III sınıfı kendi milli denizaltısı için (mecburen) özgün yankısız kaplama teknolojisini 2010'ların ikinci yarısında bağımsız olarak geliştirip başarıyla uygulayan Güney Kore olmuştur.
Gelecek
Ülkelere göre seviye farklılıkları mevcut olsa da günümüzde 4.nesil yankısız kaplama malzemelerinin varlığından bahsedilebilir. Yakın gelecekte ortaya çıkması beklenen 5.nesil ise metamalzeme temelli olacaktır ki bu gerçekleştiğinde yankı soğurma yeteneklerinde ciddi bir sıçrama beklenebilir.
Söz konusu teknoloji en üst seviye gizliliğe sahip bir yapıdadır ve bu durum sebepsiz değildir. Örneğin Avustralya, İsveç tasarımına dayanan Collins sınıfı denizaltıları üzerine yankısız kaplama uygulamak istediğinde önce İngiltere'den bu malzemeyi / teknolojiyi istedi ve havasını aldı, sonra ABD'den istedi, sonuç değişmedi. Aynı denizaltıların son derece hassas teknolojiler içeren SYS'sini3 ve torpillerini veren ABD'nin konu yankısız kaplama teknolojisi olunca hiçbir şey vermemiş olması meselenin hassasiyetini anlayabilmek için yeterli olsa gerek. Bugünlerde aynı ABD'nin AUKUS üzerinden Avustralya'ya çok daha hassas teknolojiler içeren bütün bir nükleer denizaltıyı satacakmış gibi yapması da ilginçtir ; )
Bu durum karşısında Avustralya'nın ne yaptığından da kısaca bahsetmek iyi olur ki belki bu vesileyle birileri üzerine alınır. Öz kardeşlerinden kazık yiyen Avustralyalılar kendi insanlarına döndüler ve bu işin altından kalkabilecek birilerini aramaya başladılar. Bir akademisyen işe tâlip oldu ve kurduğu takım ile çalışarak, beklenenden kısa bir sürede ve tam olarak Avustralya'nın harekât ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş, özgün bir yankısız malzemeyi bağımsız olarak geliştirdi ve bu kaplama denizaltılar üzerine başarıyla uygulandı.
Resim.5) Pend Orielle gölünde [6] gerçekleştirilen ABD donanmasının yankısız kaplama (STH4) arge çalışmalarında kullanılan büyük (1/4) ölçekli bir model, 1981
Diğer taraftan burası bir Avustralya değil. Bu ülkede Deniz Kuvvetlerinin üniversiteye gidip böyle bir malzemeyi bizim için geliştirin demesi, yazının başındaki mekanizma sebebiyle henüz pek de beklenebilecek bir şey değil. Bu durumda konuya ilgi duyan, kendine güvenen ve kesinlikle gözü kara bir akademisyenin, bu millete olan borcunu ödeyebilmek için bağımsız olarak kendine böyle bir görev yükleyip, kendi imkânlarıyla gerekli araştırma ve geliştirmeyi yapması gerek ki zaman kazanılabilsin. Bu arada böylesine hassas bir konuda Devlet desteği alabilmekten ziyâde köstekle karşılaşılması kaçınılmaz olacağından, başa gelecek sıkıntılara da dayanabilmek, kısacası mekanizma ile bir muharebeye girmek gerekecektir.
Yıllardır MİLDEN üzerinde çok konuşuluyor, hatta beş altı sene sonra donanmaya teslim edileceği şeklinde resmî ve de uçuk iddialar bile mevcut. MİLDEN'in gerçekçi kavramsal temeli ve tasarım ihtiyaçları bir tarafa, pek çok hassas teknoloji alanında neler yapılacağı ise hâlâ meçhûl. İşte bu hassas teknolojilerden biri de yankısız gövde kaplamalarıdır fakat ortada Türkiye'de geliştirilmiş böyle bir teknoloji mevcut mu? Değil.
Asıl önemlisi; böyle bir niyet mevcut mu? En iyimser bakış açısıyla; belirsiz. Bu tür bir malzemenin henüz denizaltının tasarım aşamasında konuya dahil olması gerekir çünkü bu değişkenin denizaltının diğer tasarım değişkenleri üzerinde doğrudan etkisi söz konusudur, mevcut bir denizaltı tasarıma sonradan uygulama yapabilmek için malzeme etkinliğinden ciddi bir feragât gerekir. Başlangıçta bahsettik, tekrar edelim; Türkiye'nin elinde bu tür bir malzemeyi geliştirip başarıyla uygulamak için ihtiyaç duyulabilecek bütün imkânlar mevcuttur.
Çok uzun zamandır; ABD'de, İngiltere'de, Rusya'da, Fransa'da, Çin'de, Japonya'da ve artık Güney Kore'de de bütün denizaltı tasarımları yankısız kaplama temelinde şekillendirilmektedir. Sonuç olarak üzerinde en az 4.nesil yankısız kaplama mevcut olmayacak bir MİLDEN ise kafadan yenilgi olarak kabûl edilebilir. Belki gelecek bölümde yankısız gövde kaplama malzemelerinin teknik ayrıntılara odaklanmaya başlayabiliriz...
|