Avustralya'nın gelecek nesil denizaltı çalışmasında, çeşitli açılardan ilginç gelişmeler olmaya devam edegeldiği için konu şimdi bir kez daha ele alınabilir. Sürekli ziyaretçilerin farkında olduğu üzere, bu mevzu önceki yıllarda da defalarca klavye tuşlarının ömrünün biraz daha kısalmasına vesile olmuştu.
Şubat 2016 itibârı ile Fransa'nın defterinin dürüldüğü ve artık şansının kalmadığını [1] ele almış ; ) ve yalnızca üç ay sonra ise bu kez Fransa'nın bu ihaleyi, hiç de beklenmedik bir şekilde kazanmasıyla [2] karşılaşmıştık! Üzerinden oldukça zaman geçtiği için bu yazıları bir zihnî tazeleme için tekrar okumak yine de faydalı olabilir. Gelgelelim kabaca beş sene sonra Avustralya hükümeti ihâleyi iptâl ettiğini [3] açıklayıverince bu kayık tekrar olağan rotasına girmiş oldu.
Tabii ki böylesine derin bir siyasî konuyu, sadece açık-kaynak bilgileri kullanarak tam olarak anlayabilmek için çok uzun yıllar geçmesi gereklidir ki bu sebeple kısa vâdede doğru değerlendirmeler yapabilmek genellikle çok zordur, bâzen de mümkün değildir.
Dolayısıyla bu gibi olayları doğru zamanda yâni etki dönemleri içinde tam olarak kavrayabilmek ve böylece önlem alabilmek de öncelikle ciddi bir (devlet temelli) istihbârat yeteneği gerektirmektedir ve Fransa'nın bu açıdan son derece ağır bir şekilde çuvallamış olması hem ilginç, hem de ders alınması gereken bir durumdur. Aslına bakılırsa Fransa içinde yaşanmakta olan derin bir savaşın yansıması gibidir, aynı zamanda.
BRUSA - UKUSA - AUKUS ...
2 Ekim 1942 tarihinde ABD Donanması ile İngiliz GCCS1 arasında, Japon İmparatorluk Donanması şifrelemesini hedef alacak bir istihbârat işbirliğini tanımlayan Holden Mutabakatı imzalandı. Bu bağ kısa sürede güçlendi ve 17 Mayıs 1943'de bu kez ABD Savaş Bakanlığı ile GCCS arasında bilhassa Alman Donanma haberleşmesini hedef alan, daha kapsamlı bir BRUSA2 Sinyal İstihbâratı Mutabakatı gerçekleştirildi. İşin ilginç tarafı, Eylül 1940'a kadar ABD Donanması, İngiltere ile yapılabilecek bir şifreçözümü işbirliğine kesinlikle karşı çıkıyordu ve 9 Ağustos 1941 önemli bir dönüm noktasıydı.
Hemen savaş sonrasında, Mart 1946'da Londra'da imzalanan bir sözleşme ile BRUSA Mutabakatı yeniden düzenlendi, kapsam genişletildi ve bu kez ABD tarafında imza Donanma vs. gibi kurumlar tarafından değil Hükümet tarafından atıldı ki bu imza aslında sonraki adımın bir hazırlığı niteliğindeydi.
Nihâyet Temmuz 1948'de ABD-İngiltere ekseninde gizli bir güvenlik anlaşması imzalandı: UKUSA. Bu yapı temelde 5+1 esas bileşenden müteşekkildi: ABD (NSA3), İngiltere (GCHQ4), Avustralya (DSD5), Kanada (CSE6), Yeni Zelanda (GCSB7) ve resmi olarak imzası bulunmayan fiili üye İsrail (Birim 8200).
Buradaki içerik bağlamında dikkât edilmesi gereken nokta ise Fransa'nın, kendilerini Dünya'nın sahibi olarak gören bu altı devletten müteşekkil (görünen) yapının içine, ne yaparsa yapsın, asla kabûl edilmeyecek olmasıdır ve Fransa, eğer isterse ancak aşağıdaki ayakçılar topluluğuna dâhil olabilir.
Söz konusu istihbârat örgütlenmesinin ayakçısı olan on ülke ise başlangıçtan (1948) itibâren yukarıdaki yapıya hizmet etmektedir: Avusturya, Almanya, Danimarka, Güney Kore, İtalya, Japonya, Norveç, Tayland, Yunanistan ve tabii kambersiz düğün olmaz; Türkiye. Yakın dönemde bu ayakçı ülkelerin sayısı artmış durumdadır ki bugün itibârı ile otuzikidir.
Sinyal İstihbâratı ve Haberleşme İstihbarâtı söz konusu oluşumun temel çalışma alanıdır ki ECHELON ve PRISM gibi altyapılar bilinen başlıca bileşenler olarak belirtilebilir ama buradaki asıl konumuz pek bunlar değildir.
Kuyruk
İşte Avustralya'nın bağlı olduğu ve daima bağlı kalacağı yapı ile Fransa asla ortak bir paydada buluşamayacak olan rakip taraflardır. Bu sebeple hem iktisâdî, hem siyâsî, hem de teknolojik açıdan Avustralya tarafından Fransa'nın milli çıkarlarına böylesine büyük bir katkı sağlanması zâten mantıksızdı.
İhâlenin Fransa'ya verilmesi ile alınması arasında geçen beş senede tam olarak neler olduğunu ve bu kaldıracın hangi maksatlarla kullanıldığını, yukarıda sebebi belirtildiği üzere, tam olarak kavrayabilmek, bizim açımızdan, bugün için son derece zor olabilir. Yine de bir iki işârete dikkât çekilebilir.
Bunların en önemlilerinden biri 2014 civarında, Fransız denizaltı nükleer tahrik sistemleri bileşenlerini üreten şirketin ABD kökenli GE tarafından satın alınmasına Fransız Devleti tarafından onay verilmesidir [5] ki bu konu Avustralya denizaltı ihalesi ile doğrudan bağlantılı olabilir.
Bu satış sonucunda Fransa'nın gelecekte inşa edeceği nükleer denizaltılar anglo-amerikan ekseninin iznine tâbi hâle gelmiştir denilebilir ve bu olay bâzı açılardan İsveçli Kockums'un Alman tkms tarafından satın alınmasına [6] benzetilebilir. Söz konusu satışın aynı zaman Brezilya gibi üçüncü taraf ülkeleri de doğrudan etkilemesi rahatlıkla beklenebilir. Kaldı ki Fransa Brezilya arasındaki nükleer denizaltı inşa işbirliği anlaşması bu iki ülkeye yönelik derin bir savaş başlatılmasına da sebep olmuştu. Göründüğü kadarıyla bugünün Fransası gringo tarafından kuyruğundan yakalanıp havaya kaldırılmış bir zehirli yılana benziyor, ne kadar kıvransa da tamamen çâresiz ve kaderi başkalarının elinde...
Kelebek
Yakın zaman önce Fransa tarafından Amazon Havzası üzerinde kendilerinin de hakkı olduğu yönünde, Brezilya'nın egemenliğini tartışmaya açar türde resmî açıklamalar yapılması hâdisesinde söyleyene değil de söyletene bakmak mesela bu sebeple, belki daha doğru olabilir...
Yukarıda bahsi geçen yapı tarafından kesintisiz sürdürülen haberleşme istihbaratı sâdece askerî ve siyasî sahada değil, aynı zamanda sanayi casusluğu adı verilen uygulama aracılığıyla ticârî alanda da küresel ölçekte önemli etkiler sağlayabilmektedir. Küçük bir örnek vermek gerekirse; ABD kökenli Raytheon, Brezilya'nın bir radar ihâlesinde, (yine) Fransız Thomson-CSF'ye karşı böyle bir istihbâratı [7] başarıyla kullanmıştı vs.
Velhâsıl küresel ölçekte yaşananları gerçekten anlayabilmek; birbiriyle tamamen alâkasız görünen, çok farklı şekillerde, çok uzak coğrafyalarda gerçekleşen küçük hâdiseleri doğru olarak birbirine bağlayamadıkça, mümkün değildir. Doğal olarak, çok uzakta veya çok yakında ya da her ikisinin arasında gerçekleşen bütün böyle küçük, adeta hissedilmez olaylar silsilesi kaçınılmaz bir şekilde Türkiye Cumhuriyetinin geleceğini, hatta varoluşunu da kökünden etkileyecektir.
1987'de Avustralya, İsveç ile Tip471 sınıfı denizaltıları inşa etmeye yönelik anlaşmayı imzaladıktan sonra bu araçlar üzerinde kullanmak istediği son derece hassas ve özel bir teknolojiyi önce İngiltere'den sonra da ABD'den talep etmiş ve her ikisi tarafından da reddedilmişti!
Diğer taraftan bugün AUKUS olarak adlandırılan kavram temelinde ABD tarafından Avustralya'ya anahtar teslimi nükleer denizaltı teknolojisi verileceği iddia ediliyor ama yukarıda görebileceğiniz gibi aukus paukus, zâten 1948'den beri resmen faaliyette olan bir şey, yeni meni hiç değil. Peki, Fransızlar olaya gerçekten bu kadar fransız mı? Eh, orada da burada olduğu gibi derin bir iç mücadele var.
Tabii ki Aukus özelinde güncel durumun taraflara bağlı çeşitli özel iç değişkenleri de mevcut. Örneğin böylesine bir teknoloji aktarımı önceki ABD yönetimi tarafından sağlanmazdı, 90'larda bunun çok küçük bir bölümünü bile vermemişlerdi ne de olsa... Güncel terimlerle ifâde etmek gerekirse ABD yönetiminin ulusalcı mı, yoksa küreselci mi olduğuna bağlı olarak Avustralya'nın denizaltı projesi gelecekte daha farklı şekillere de bürünebilir.
Benzer şekilde Fransa açısından da böyle bir iç mücadele söz konusudur. Yakın gelecekte Fransa içinde ulusalcıların yeniden güçlenmesi söz konusu olursa mesela Fransız nükleer denizaltı teknolojilerinin, bunlara büyük bir ihtiyaç duymakta olan Çin'e satılması gibi gelişmeler söz konusu olabilir ki Fransa, denizaltı hidrodinamiği sahasında [8] Dünya üzerindeki en yetenekli ikinci ülkedir. Fakat böyle bir gelişme olursa, bunu aslında Fransa'nın iradesinden ziyâde [9]'daki gibi değerlendirmek daha uygun olabilir.
Günümüz anglo-amerikan ekseninin sahibi olan güç hâlihazırda Çin'in de iplerini tuttuğuna göre bunu neden doğrudan yapmasınlar diye sorulacak olursa, bunun birkaç maddelik cevabı düşünülebilir ama oyunun kuralı böyle deyip daha fazla uzatmayalım.
Diğer bir taraftan Avustralya'ya ABD tarafından doğrudan nükleer denizaltı satılması dünya genelinde nükleer denizaltı teknolojilerinin kısa sürede yeni kullanıcılara erişmesinin önünü açacaktır ki özellikle Rusya, Çin ve belki Fransa, yakın zamana kadar düşünülmeyen bir şekilde hızla nükleer denizaltı ihracatçıları hâline gelebilecektir. Böyle bir gelişme küresel ölçekte yeni etkilere sebep olabilir. Kısa süre içinde Japonya ve Güney Kore'ye ABD tarafından nükleer denizaltı inşa izni verilmesi de artık beklenebilir.
Son olarak Avustralya'nın Kısakuyruk Barakuda yerine nükleer denizaltılar kullanacak olması en çok Çin'i falan değil, bizi ilgilendirir çünkü tarih hep tekerrür eder ve Avustralya denizaltıları bir kere daha bize saldırır... Bütün bu gelişmelere rağmen Türkiye'nin hâlâ nükleer denizaltı teknolojisine "ciddi olarak" eğilmiyor olması, çok uzak olmayan bir gelecekte başımıza beklenebileceğinden çok daha büyük dertler açacaktır.
|