İlkbaharın başlarında, kamuoyunda pek de önemseyen ama aslında Donanmanın geleceği açısından son derece değerli bir adım atılmış ve bir eşik aşılmış oldu ki söz konusu olay Türkiye'nin ilk milli sonarının, ilk kez denize dalışıydı. Bu arada belirtmek gerekirse MİLGEM üzerindeki Yakamos milli bir sonar değildir, belki ancak yerli olarak tanımlanabilir.
Tabii ki Aselsan tarafından geliştirilerek "yanlış" bir şekilde DÜFAS olarak adlandırılan bu sonarın milli olduğunu varsayıyoruz ama henüz kesin bir veri elimizde mevcut değil. Örneğin bu cihazın üzerindeki en önemli bileşen olan aktif sonar aynalarının ve bu aynaları meydana getiren piezo-elektrik seramiklerinin tamamen milli olarak geliştirilip burada üretildiğini ümit ederek, milli bir sonar olduğunu varsayıyoruz...
Resim.1) Türkiyenin "ilk" milli sonarı, ilk deniz tecrübesi için TCG İnebolu'nun kıçüstünde, ilk dalışa hazır.
Bu yeni sonar çeşitli açılardan dikkât çekici:
Bir aktif çekili dizin olmasıyla ve değişken derinlik yeteneğiyle bugüne kadar Donanmamızın nedense(!) sahip olamadığı ve daima büyük ihtiyaç duyulan, bir tür.
Alçak Frekans özelliğiyle uzun menzilli.
Bu ikisi birlikte değerlendirildiğinde denizaltılara karşı çok değerli, vazgeçilemeyecek kadar hassas bir kuvvet çarpanı.
Tam on sene önce, aslında acil ve büyük bir ihtiyaç sebebiyle Denizaltı Savunma Harbi ağırlıklı bir gemi olması hedeflenen ama çeşitli sebeplerle bu hedefe ulaşılamayan MİLGEM projesinin, gerçekte nasıl bir DSH yeteneğine sahip olması gerektiği yönünde bâzı fikirler öne sürülmüştü. Bir yıl sonrasında gemi üzerindeki sonar sisteminden hareketle mesele biraz daha ele alınmıştı. Şimdi bugün, ciddi bir gecikme söz konusu olsa da böylesine önemli bir zaafın giderilebilme umudu doğmuş oldu.
Ama konunun içinde birden fazla çetrefil meselede de var:
1. Dü mü Fas?
Öncelikle adlandırma. Arkadaşlar ürettikleri cihazın ismine de "DÜşük Frekans Aktif Sonar" ifâdesinden kısaltmayla DÜFAS demişler. Diğer taraftan frekans için "düşük" sıfatı kullanılamaz, en azından böyle bir durum için. Frekans alçak olur, yüksek olur, mesela alçak irtifa / yüksek irtifa durumunda olduğu gibi.
Örneğin havabilimi söz konusu olduğunda da alçak basınç / yüksek basınç kavramları söz konusudur. "Düşük" sıfatı ise "alçak" sıfatından farklı olarak yetersizlik, eksiklik çağrışımlarını da içinde taşır, öyle değil mi; -bu çelik "düşük" nitelikli- demekteki gibi. Belki tek bir istisnadan bahsedilebilir o da insanı nitelemekte "düşük" değil "alçak" kullanılmasıdır, alçak insan (bol miktarda) olur, düşük insan olmaz, düşkün insan olur ama düşkünlük farklı bir kavramdır.
Mesela pervane kovuklanması söz konusu olduğunda bölgedeki basıncın suyun buharlanma basıncının altına "düşmesi" sebebiyle istenmeyen durumlar ortaya çıktığından artık aynı basınç kavramı için "düşük" denilebilir ama diğer taraftan bir yüzey pervanesi söz konusuysa, dolayısıyla kovuklanma şartları fayda sağlamak için özel olarak hedeflendiyse bu kez "düşük" değil "alçak" basınç bölgesi söz konusudur, bilmem anlatabildim mi ; )
Konumuza bağlı bu küçük açıklamadan bile kolayca anlaşılabileceği üzere Türkçe; bize ve yüzyıllar boyunca bütün atalarımıza tatlı tatlı başarıyla(!) aşılanan düşünce kalıbının aksine hem son derece güçlü, hem duygu yüklü ve aynı zamanda matematik gibi bir dildir.
Günümüzde, düşmanımın düşmanı dostumdur düsturuyla, Türkçeye olan derin düşmanlıkta birleşen iki ana kolun işbirliği ile önce ülkenin resmi diline İngilizcenin ve Arapçanın birlikte eklenmesi için yoğun şekilde çalışılıyor. Bu aşama tamamlandıktan sonra da Türkçenin tümden tasfiyesi söz konusu olacak...
Artık kazanmaya da çok yakın olduklarını düşünmeye başladılar ama her şeye rağmen, bekledikleri gibi olmayacak çünkü henüz "susamışın su içmesi" gibi "can"ı sahibine teslim edeceklerle yüzleşmediler.
Konuyu daha fazla uzatmayalım ama ingilizceyi kendi dillerinden önce öğrenen, bu sebeple, yukarıdaki küçük örnekte olduğu gibi Türkçe'yi doğru olarak kullanmayan ve kullanmayı da umursamayan çocukları suçlamak da pek doğru olmaz çünkü onlar kurbandır, gerçek suçlular ise aşılanmış aşağılık duygusuyla onları bu yola çok küçük yaşta sokan ana-babaları ve bu düzene dur demeyen Devlet yetkilileridir.
Sonuç olarak doğrusu, yazının başlığındaki gibi DÜFAS değil, AFAS olmalıydı ama tabii ki bu da herhalde kimsenin umurunda olmayacak, tarzanca "Türkçe"yi yendi!
2. Ayna mı?
Henüz girişte piezo-elektrik aynalardan bahsettik. Ayna da ne diye düşünmeniz muhtemel olduğundan bunu kısaca açıklayalım. Gerek piezo-elektrik seramik olsun, gerekse manyetik-büzülme ile çalışsın, aktif sonar sinyallerini ses dalgası olarak suya veren cihazlara Türkçe'de "ayna" denir. Ama kimin konuştuğu Türkçeyle diye sorulursa; bu ülkenin deniz insanlarının çok uzun zamandır kullandığı dil ile.
Diğer taraftan, amerikancası "transducer" olan bu kelimenin bizim askerî denizcilere göre ise Türkçesi şöyledir: "transdüyser" Olmaz olsun böyle bir dil! Artık ülkede eğitim dili ingilizce olduğundan yeni nesil asker olamayan denizciler de yavaş yavaş askerlere uymaya ve piçleştirilmiş bir garip dil konuşmaya başladı. Oysa 1950'lerin sonlarına kadar ülkedeki "bütün denizciler" aynı dili konuşuyordu, Nato'ya giriş ile birlikte düşmanın ilk saldırıdığı alan denizci dili oldu ve çok kısa sürede tarzanca "Türkçe"yi yendi!
Geçen sene gibiydi, bir ağır vasıtayla, onarmak ve iyileştirmek amacıyla önemli bir donanımı almak için İstanbul Tersanesine girdim. Kapıda güvenlik sağlayan bütün askerlerin göğüslerinin üzerine şöyle yazıyordu: "TurNavy". Sanki bir kabus gibiydi ama ne yazık ki rüyada değildim, orada askerler beni kurşunlarla delik deşik etseler bu kadar acı vermezdi ve tarzanca "Türkçe"yi yerin dibine soktu.
3. İne mi Bolu?
Bunu yazıdan çıkardım, konu fazla dağılacaktı, en iyisi daha sonra ayrıca ele alınmalı..
Aktif Çekili Dizin Sonarlar
Çekili sonarlar iki temel tür oluşturmaktadır; pasif ve aktif. Güncel denizaltı tehditine karşı gemi taktikleri göz önüne alındığında ise pasif çekili sonarların yetersiz kalması mecburen aktif çekili sonarlara yönelmeye sebep olmuştur.
Ülkedeki beşinci kolun en etkin bileşenlerinden olan medyanızın size aşıladığının aksine çok sayıda ülke bu alanda sıkı şekilde çalışnmaktadır, bunlar:
ABD
Rusya
Fransa
İngiltere
Almanya
İtalya
Norveç
Kanada
Finlandiya
Çin
Japonya
Hindistan
Türkiye
olarak sıralanabilir. Bunlar içinden Kanada, bekleneceği üzere ABD/İngiltere ile ortaklık yapıyor. Sıralamaya bugün için giremeyen Avustralya, İsveç ve Güney Kore ise aslında böyle bir yeteneğe sahip gözükseler de Thales, GDC, Atlas üzerinden diğer ülkelerden ithalat yapmayı tercih ediyor.
Çin'in neler yaptığı oldukça bulanık, bu alandaki başlangıç adımlarını 1980'lerde, sözde ambargo sebebiyle İtalya üzerinden sağlanan, ABD yardımı ve ayrıca Fransa desteğiyle atmıştı artık oldukça ilerledikleri tahmin edilebilir ama dediğim gibi bu konuda sağlıklı bir veri yok.
Finlandiya kendi harekat ihtiyaçları sebebiyle yüksek frekans aktif çekili dizin sonarlar geliştiriyor ve kullanıyor.
Bugün için alçak frekans çekili dizin alanındaki pazara hâkim ülkeler olarak Fransa/İngiltere ve Almanya gösterilebilir. İlginç bir şekilde ABD'nin bu alandaki güncel çalışması (Dart) çok kısa bir süre önce (aslında şaşırtıcı olmayan) bir başarısızlıkla sonuçlandı ve yeni fırkateyn projeleri FFG(X) için Fransız/İngiliz Captas-4 seçildi. Arge süresi ve harcamaları olarak bu alanda açık ara lider olan ABD'de böyle bir durumla karşılaşılması gringo ülkesindeki denizci camiasında ciddi bir çalkantıya sebep olsa da aslında bu işâret "yeni Roma"nın kaçınılmaz çöküşünün küçük göstergelerinden biriydi.
Türkiye ise aktif çekili dizin sonar alanında Japonya ve Hindistan ile aynı seviyede gibi görülebilir. Aslında Türkiye'ye nazaran Japonya'da hem çok köklü bir sonar altyapısı, hem geniş ölçekli yetişmiş insan gücü, hem yüksek teknoloji seviyesi, hem adeta sınırsız maddi kaynak ve hem de başarılı bir kurumsal hafıza mevcut olduğundan, bu ülke çok daha ileri seviyede olabilirdi ama mâlûm sebeple bunun yapamıyor ve ancak kendisine verilen izin çerçevesinde hareket edebiliyor. Bu nedenle de NEC tarafından geliştirilen ilk alçak frekans aktif çekili dizin sonarlarının, ilk kez suya dalışı ancak 2020'de gerçekleşebildi.
Türkiye ise her alana olduğu gibi bu alana da çok geç giriş yaptı. Bu konudaki ilk haberler 2010'ların ilk yarısında duyulmaya başlandı. İlk kavramsal tasarım ise yanlış hatırlamıyorsam 2017'de bir fuarda sergilendi ki aşağıdaki [Resim.2] üzerinde "1" ile gösterilmiştir. 2019 civarında ise "2" ile gösterilen kavram sergilenmiş ve sonunda ise tamamlanmış tasarım olan "3" suya inebilmiştir.
Resim.2) Zaman içinde Aselsan'ın tanıttığı aktif sonarlardan ikisi (1) ve (2) ve ilk kez denize inen nihaî tasarım (3) ve bu sonar dizinleri üzerindeki ayna türü ve adetleri.
Bu tür alçak frekans sonarlar için kullanılan vericiler "Açıkakış Halka Ayna" türündedir. Aynanın temel yapısı da yukarıdaki resmin en üstünde gösterildiği gibidir. Bu tür sonarlarda böyle aynaların tercih edilmesinin temel sebepleri; üretim kolaylığı, düşük mâliyet, yüksek basınç dayanımı olarak özetlenebilir. Bu sonar üzerinde kullanılan piezo-elektrik seramiğin türü ise büyük ihtimâlle PZT4 olmalıdır.
Denize inen sonar üzerinde dikey eksende dört adet ayna mevcuttur ki daha önce sergilenen "2" nin içinde de aynı şekilde 4 ayna olduğu gösterilmişti. Aslında "1" üzerinde gösterilen 2 aynalı tasarımın da üretime girmesi beklenebilir çünkü daha küçük gemiler ve insansız araçlar için de alçak frekans aktif çekili dizin sonara ihtiyacımız vardır.
Bu sonar Donanmamız için çok önemlidir. Suüstü kuvvetlerimi için en büyük tehlike kaynağı denizaltılardır. Bu tehdite karşı koyabilmek için üç alanda güçlü olmak gerekir:
Denizaltıya karşı en önemli savunma yine denizaltılar ile yapılabilir. Bununla birlikte Türk Deniz Kuvvetlerinin elindeki denizaltı gücü; hem teknolojik seviye, hem de sayı olarak, muhtemel düşman denizaltı güçleri ile eşdeğerdir. Bu durumda denizaltıya karşı denizaltı yoluyla belirgin bir üstünlük sağlayabilmek taraflar için mümkün değildir. Bu sebeple MİLDEN gelecek için açık ara en önemli ve son derece hayatî Deniz Kuvvetleri projesidir. Şimdiye kadar açıklanan MİLDEN kavramları ise ne yazık ki bu alanda yeterli teknolojik üstünlüğü sağlayabilmekten uzaktır.
Bu durumda düşman denizaltılarına karşı koyma görevi suüstü ve hava unsurlarına düşmektedir. Hava konusu buradaki kapsamın dışındadır. Gemiler için gerekli olan ise denizaltılara karşı taktik üstünlük sağlayabilecek kadar uzun menzilli sonar sistemleridir.
Son olarak denizaltılara karşı etkin olabilecek, daha uzun menzilli, sualtı silah sistemlerine sahip olunmasıdır.
Bugün için bütün büyük gemilerimiz üzerinde SQS-56 türevi orta frekans aktif sonarlar mevcuttur. Yaklaşık 5dnm etkili menzile sahip bu sonarlarla güncel denizaltılara karşı etkin bir DSH harekatı yürütmek çoğu senaryo için pek mümkün değildir. Bu noktada asıl yük gemiler üzerinde taşınan DSH helikopterlerine düşmektedir. Diğer taraftan helikopterlerle her hava şartında görev yapılamaz, bizim küçük gemilerimiz üzerinde tek helikopter taşınmasının da etkisiyle uçuş mürettebatının görev etkinliği zamanla azalır vs. Bu sebeple gelecek nesil gemi tasarımlarında en az 2 hatta belki daha da ileri gidip kendi ihtiyaçlarımıza uygun şekilde 4 DSH (artık Gökbey-Deniz gibi) helikopteri taşıyan >10.000ton bir milli muhrip yoluna da gidebiliriz ama burada konumuz farklı.
İşte bütün büyük suüstü gemileri üzerinde bu sayfaya konu olan türde alçak frekans aktif sonar taşınmaya başlandığında, kullanılan frekansa bağlı olarak, mevcut gövdeye bağlı sonarlarımıza nazaran yaklaşık 8-10 kata kadar daha uzun etkili menzil söz konusu olabileceğinden ve üstelik değişken derinlik yeteneğiyle denizaltının kullandığı ısılkatman üstünlüğü zayıflayacağından, tek geminin yalnızca SQS-56 türevi bir sonar taşıyan gemiye göre yaklaşık 64-100kat daha fazla alanı ve Z-ekseninde daha etkin şekilde tarayabilecek olması ve birden fazla geminin birlikte kullanılması, taktik üstünlüğü tekrar suüstü kuvvetlerine getirebilecek kadar önemli ve değerlidir.
Ama düşman denizaltısını uzun menzilde başarıyla tespit edebilmek yeterli değildir. Bu menzile hızla ulaşacak, denizaltının uygulayacağı çeşitli karşı tedbirlerden etkilenmeyecek, yeterli vuruş hassasiyetine ve harp başlığına sahip silahlara da ihtiyaç vardır.
Bu noktada iki temel silah sistemine ihtiyacımız olacaktır:
Gemiüstü ağır Akya torpili kullanmak.
Dikey fırlatılan roket destekli hafif Orka torpili kullanmak.
En etkin tercih, her gemide iki sistemi birlikte kullanmak olacaktır.
AFAS'ın sağladığı hedef bilgisi üzerine Akya göndermek denizaltıya karşı birden fazla açıdan büyük bir taktik üstünlük sağlayacaktır. Silahın tel güdümlü olması, ısıl katmanın altına ve üstüne geçerek ihtiyaca uygun şekilde hedefe hızlıca veya yavaş ve sessizce yaklaşabilmesi, üzerindeki sonar ile topladığı veriyi gerçek zamanlı olarak gemiye gönderebilecek olması, gemi sonarından aldığı verilerle hareket edebileceğinden karşı-önlemlere karşı son derece dayanıklı olabilmesi, uzun menzili ve büyük harp başlığı ile düşman denizaltıları üzerindeki manevi baskıyı artıracak, milli olduğundan düşman tarafından yetenekleri tam olarak kestirilemeyecek olması gibi sebeplerle gemilerimiz üzerinde Akya kullanmaya başlamak artık vazgeçilemez bir ihtiyaç halindedir denilebilir.
Tabii ki Akyanın gemi üstü kullanımının sağlayacağı taktik üstünlükler bunlarla sınırlı değildir. Örneğin Adalardenizi gibi bir yerde, geminin başka bir unsurdan alacağı hedef bilgisiyle bir adanın arkasındaki bir başka gemiye veya limana tel güdümü vasıtasıyla son derece etkin dolaylı atış yapabilecek olması ve düşmanın böyle bir saldırıya karşı savunma yapabilmesinin, hatta böyle bir saldırıyı fark edebilmesinin oldukça güç olması gibi durumlar da söz konusu olabilir.
İkinci olarak hafif Orka torpilini 40-50dnm mesafeye kadar taşıyıp bırakacak roket destekli ve dikine fırlatılabilen bir silah sistemine de artık AFAS ile birlikte kaçınılmaz bir ihtiyaç vardır. Bugün artık Roketsan için kolayca halledilebilecek bir mesele.
Hâlide'nin torunlarını birazcık üzmek pahasına ; ) konuya küçük bir ek yaparsak; kısa süre önce inşasına başladıkları ama kendi ülkelerindeki yeterli mühendislik gücü hızla eridiğinden tasarlamayı beceremeyip İtalyan Fincantieri'den aldıkları, Fremm temelli tasarım üzerine kurguladıkları FFG(X) üzerine (kendi sonarlarını geliştirmeyi beceremediklerinden) yalnızca ithâl Thales Captas-4 alçak frekans aktif çekili dizin sonar mevcut, gövdeye bağlı bir sonar yok! Daha da ilgi çekici olarak gemi üzeride 324mm torpil kovanları da yok, demek ki denizaltılara karşı (2 helikopter hariç) yalnızca vlasroc taşıyacaklar. Şimdiden öngürülen mâliyetin iki katına çıkmış durumdaki, yeterli kaynakçı falan bulamadıkları için de inşası başlar başlamaz sürekli geciken bu gemi yeni bir LCS vakası olarak yolda, demem o ki kendinizi fazla üzmeyin ve yeni bir kapı bulmaya bakın: Londra olur, Sidney olur, Stokholm bile olur, yeter ki artık bize bulaşmayın...
Geliştirilmekte olan AFAS sisteminin sağlayacakları bunlarla da sınırlı değildir. Artık bu cihaz yardımıyla; kendi denizaltılarımızın düşman alçak frekans aktif sonarlarına karşı nasıl savunulabileceği yönünde taktikler uygulamalı olarak geliştirilebilir ve son derece etkin denizaltı mürettebat eğitimleri sağlanabilir, gelecek nesil yankısız kaplama teknolojisinin geliştirilmesinde gerçekçi veriler sağlanmasında kullanılabilir, çeşitli aktif karşı önlemlerin geliştirmesinde de önemli faydalar sağlayabilir vs.
Son olarak ülkenin deniz insanları nasıl bir AFAS bekliyor konusuyla noktalayalım:
En fazla 2kHz merkez frekansı
400m'ye kadar dalış yeteneği
Etkin rota ve derinlik dengesi ve yönetimi
20mil seyir sürâtine kadar taktik kullanım, 30mil sürâte kadar dayanım
Uzun ömürlü aynalar ve bileşenler
%100 milli bileşenler
%100 milli yazılım
Bu sonar sisteminin geliştirilmesinin henüz başındayız. Daha çok sayıda seyir tecrübesi yapılması ve muhtemel sorunların tespit edilip giderilmesi, iyileştirmelerin yapılması, ince ayarların tamamlanması vs. gerekiyor. Umarız bunların hepsi olabildiğince hızla ve başarıyla tamamlananabilir ve sistem bir an önce İstanbul ve Akhisar sınıflarından başlayarak gemilerimiz üzerinde kullanılmaya başlanır.
Eğer herşey yolunda giderse ve çok geç kalınmadan proje başarıyla tamamlanabilirse, bu cihazın aynı zamanda ciddi bir ihracat başarısı yakalaması da muhtemel olabilir.