Koçi Bey Risâlesi
Pazar, 19 Haziran 2022

Koçi Bey RisâlesiHemen hemen beş yüzyıl önce Koçi Bey adlı bir Osmanlı devlet adamı tarafından hazırlanmış bu eser; Osmanlı Devleti'nin tarihini doğru olarak değerlendirip anlayabilme köprüsündeki kilittaşı olarak değerlendirilebilir.

Buradaki kısa değerlendirme için söz konusu eserin, Zuhuri Danışman tarafından hazırlanarak, 1972'de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bastırılan ve yanda kapağı görülen bir uyarlamasından faydalanılmıştır.

Koçi Bey, risâlesini 1041 (1631) yılında Sultan Dördüncü Murad'a sunmuştur ki asıl risâle budur. Sonraki padişâh olan Sultan İbrahim'e sunduğu ikinci bir risâle daha vardır, dönemi itibarı ile gizli tutulması gereken bu ikinci eserin tanınması çok daha sonraları olmuştur ve günümüzde iki eser artık birlikte değerlendirilmektedir.

Zuhuri Danışman tarafından belirtildiği üzere Dördüncü Murad'a takdim olunan risâlede kullanılan dil ıstılahlarla dolu, ağır ve ağdalı bir Osmanlıca ile yazılmış iken, Sultan İbrahim'e sunulan gayet sâde ve açık bir dille yazılmıştır, iki hükümdarın bilgi seviyeleri göz önüne alındığında bu fark doğaldıdır.

Koçi Bey risâlelerinde önce Devlet teşkilâtındaki bozuklukları izah eder ve bunu yaparken Hükümdarlık makâmını tenkid edecek kadar cesurdur, hem de Dördüncü Murat gibi gelmiş geçmiş bütün padişahlar içinde en sert tabiatlı olana karşı. Bu ayrıntı aynı zamanda Dördüncü Murat'ın günümüzde söylenenlerin aksine; yalnızca hainlere karşı (taşıdığı devâsa sorumluluk sebebiyle ve bütün Devlet yöntecilerinin de daima olması gerektiği şekilde) sert ve aslında gâyet akıllıca hareket eden ve dahi adil bir Sultan olduğunu anlatmaktadır ki bu sebeple belki de kendisine Osmanlı Hânedanı'nın "Son Gerçek Padişah"ı da denilebilir.

Dâima iftiharla anılan Kanûnî Sultan Süleyman devrini açıkça tenkit ederek, fenalıkların başlangıcı olarak gösteren Koçi Bey yazdığı risâlelerinde, bahsettiği bütün bu bozuklukların düzeltilebilmesi için yapılması gerekenleri de açıklamıştır. Akıl hocasının önerilerini dikkâte alan Sultan Murat durumu düzeltme yönünde adımlar atmaya başladıysa da ömrü yetmemiştir.

Bu kitap günümüz okuyucusu için son derece karamsarlık verici olabilir. Neden diye sorulursa; içerik beş asır önce yazılmışken, adeta benim de sizinle birlikte içinde yaşadığım bu zaman dilimini, tam bugünü anlatıyor gibidir, işin kötü tarafı muhtemelen yarını da. Neyse, siz yine de ümitsizliğe kapılmayın.

Birkaç cümle alıntı [ sarı ] ile konuyu tamamlayalım:

[  Benim devletlû hünkârım, kapudan paşa kulu­nuzun eli altında kırk - elli kadırga sâhibi beyler vardır. Mora beyi, Rodos beyi, Ağriboz beyi, Sistra beyi, Sakız beyi, Menteşe beyi, İnebolu beyi, Midilli beyi, Karlıeli beyi, Cezâyir beylerbeyisi, Tu­nus beylerbeyisi, ve Mağrib beylerbeyisi üçbin kılıç olur. Bunların kadırgaları vardır. İlkbaharda kaptan paşa pâdişâh donanması ve tersâne halkı ile sefere çıkınca bunlar da beraber sefere giderler. Ne tarafa ferman buyurursanız...   ]

[  İkinci Sultan Selim -Allah'ın feyzi üzerine olsun- zamanında İspanya ve Venedik donanması, pâdişâh donanmasını bozup, sonra 90 parça çekdirme ve kadırga ile Ayamavra kalesini kuşatmıştı. Yanya beyi Gazi Turhan oğlu Mustafa bey adlı korkusuz gazi yetişip, kâfir donanmasını darmadağınık, ve bir çok askerini keskin kılıca lokma edip, kıt’ayı elle­rinden kurtardı.   ]

[  İslâm ülkesinin etrafında, bir köşede düşman görünse dahi, haberi padişah katına gelmeden dev­letsiz kelleleri, divân-ı humâyun önüne ulaşırdı.   ]

[  1005 (1597) târihine gelinceye kadar ... Zeâmet ve tımar adı ile kimseye arpalık1 ve­rilmezdi. Paşmaklık2 tâyini lâzım gelse pâdişâh hası olan köylerden 19,999 akçeye varıncaya kadar tâyin olunup, fazla olmazdı. Eski tımar ve zeâmet kimse­ye has ve paşmaklık olmazdı... Dilsizler ve diğer pâdişâh nedimleri kimler olursa olsun ulûfeli olup zeâmet ve tımar onlara yasaktı... Şehir oğlanları ve reâyâ3 tâifesinin tımar iste­meleri küfürle biraberdi. O çeşit kimselere verilmek mümkün değildi.   ]

[  ... bunca kaleleri ve memleketleri fethedip, âlemi süsleyen seslerinin dünyâya velvele salması, zeâmet ve tımar erbâbının desteği ile olup, etraftaki hükümdârlardan bac4 ve haraç almışlardı. Aslında din ve devlet uğruna can ve baş veren seçme, başkalarından ayrı, cesur, benzerlerinden üstün olan, itâatli, boyun eğen onlardı. Onlar mükemmel iken yapılan gazâlarda, savaşlarda asla kapıkullarına ihtiyaç olmazdı. Devletin iyiliğini isteyen temiz ve inzibatlı bir taife idi. Aralarında bir tek yabancı yoktu. Hepsi ocak ve ocak-zâdeler, baba ve dedelerinden kalma pâdişâh dirliğine sahip kimselerdi.   ]

[  Derviş Mehmed paşa ve Nasuh paşa gibi, cesur, yiğit, mert ve bahadır nice sâdık vezirleri, bâzı garaz sahipleri, birçok iftiralar ederek Allah korusun "Yüce salta­nata suikastı vardır" diye padişahın gazabına uğrat­tılar. Onlardan sonra gelen vezirler, mecburen iç halkına5 uyup, havalarına göre hareket edip, her ne isteseler red etmez oldular. Onlar da pek çok işlere karışmağa başlayıp, kan bahasına nice yüz yıl ev­vel fetholunmuş köyleri, tarlaları birer yolunu bu­lup, kimini paşmaklık ve kimini arpalık, kimini mülk olarak verdirib, kendileri tamamen doyduktan sonra her biri adamlarına nice tımar ve zeâmetler verdirip, kılıç erbabının dirliklerini kestiler. Devlet hâzinesini ziyana uğratıp, âlemi bu hale getirdiler.   ]

[  Bundan sonra yine kanâat etmeyip, rüşvet kapısını açarak sancaklara, beylerbeyilere ve diğer pâdişâh mansıblarına karışmağa başladılar. Bir alay ehliyet­siz ve hak sâhibi olmayanın, rüşvet laşesine tama edip, kimine beylik, kimine beylerbeylik alıverip, hak sâhibi olan bir alay iş görmüş, emektar, yarar ve şecâatli kullar, itibarsızlık köşesinde nam ve ni­şansız kalıp, fakirlik ve hiçlik içinde kaldılar.   ]

[  Tımar6 ve zeâmet7 erbabı tamamen yok oldu. Bu yüzden ya­pılan seferler, bir varup bir gelmeden, belki mâmur memleketleri yakıp, yıkmadan ibaret kalıp fetih ve zafer görünmez oldu. Disiplin âlemden kalktı. Ulûfeli asker dünyayı tuttu ve sipahi guruhunu bastır­dı. Namlıları, vükelâya8 bağlanıp, her ne kadar fitne ve fesad çıktı ise bu gibilerden oldu.   ]

[  Evvelce Şeyhülislâm olan kimseler olgunluk ve fazilet kaynağı oldukdan başka çekinmeden hakika­ti söyleyen kimseler olup, âlemin sığınağı pâdişâh hazretlerine her vakit güzel nasihatlerden geri kal­mazlardı. Din ve devletin düzenine çalışır olup, hal­kın ahvâli ile ilgilenirlerdi.   ]

[  Bugün ilim yolu dahi fevkalâde bozulmuştur. Aralarında yürürlükte olan eski kanun işlemez ol­muştur.   ]

[  Nihâyet, 1003 (1594) târihinden beri düzen bozulup, evvelce şeyhülislâm olan Sunullah efendi, birkaç defa yersiz olarak azlolundu, kazaskerler da­hi sık sık azlolunmakla yerine gelenler azil korku­suna düşüp, devlet bindiklerine karşı dalkavukluk yapmağa mecbur kaldılar. Pâdişâh huzurunda hak sözü söylemez oldular. Herkesin hatırını hoş etmeye ehemmiyet verir oldular..   ]

[  Giderek her işe hatır karışmakla ve her işe göz yummakla hak sâhibi olmayanlara hadden aşın mevkiiler verilip, eski kanun bozuldu.   ]

[  Bir zerre kadar küçük olan bu fakir kul, İstan­bul’a geldiğim vakit, vâkıa yüce bilginler şimdiki gibi maiyyet sahibi değil idi. Fakat bir müderris duacıları yoldan geçse, bütün halk tamamen ona dönüp, pek fazla hürmet ve ikram ederlerdi. Irz ve vakarları olgun halde idi. Dışarı çıktıkları va­kit, kendileri ve adamları babayani elbiseler giyerlerdi. Katiyen süs ve zarâfetleri yoktu. Beyhude seyir ve sülük ve yüksek mevki isteğinde değillerdi..   ]

[  992 (1584) târihine gelinceye kadar köyler ve tarlalar, kılıç ehli elinde ve ocak-zâdelerde olup, yabancı ve kötü asıllı kişiler girmemiş idi. Büyüklerin ve âyânın sepetine girmemişti... Boşalan tımar ve zeâmetler de eski kanun­lara aykırı olarak İstanbul tarafından verilmeğe başlandı. İleri gelenler ve vükelâ, boşalan yerleri adamlarına ve akrabalarına verip, İslâm memleket­lerinde olan tımar ve zeâmetin seçmelerini şer'i şe­rife ve yüksek kanuna aykırı olarak kimini paşmaklık yaparak, kimini pâdişâh Has'ına katarak, kimini mülk olarak, kimini vakif olarak, kimini vücudu sıhhatte olan kimselere emeklilik olarak ve­rip, bütün zeamet ve tımar, ileri gelenlerin yemliği oldu. Bu bozukluklar, devletin en şecâatli, güçlü, şan ve şevkete sebep olan askerinin harap olmasına se­bep oldu. Halbuki paralı asker, aşağı tabaka hal­kından devşirilirse hiç bir yararlığı olmaz.   ]

Koçi Bey Risâlesi doğrudan konuya temas etmese de Osmanlı/Türk Denizciliğinin nasıl ve neden çöktüğünü doğru olarak anlayabilmeyi sağlayabilecek şekilde devlet içindeki çürümeyi açık olarak ortaya koyan içeriğe sahip olması sebebiyle denizcilik tarihi açısından da önemlidir diyebiliriz.

Tabii Koçi Bey'in yazdıkları esas olarak bugünü anlayıp, geleceği de kestirebilmek açısından değerlidir ki burada olmasa da asırlardır Batıda bu kitaba yönelik güçlü bir ilginin mevcut olmasının sebebi de bu ayrıntı olsa gerektir.

Yaftalar:

♦ Açıklamalar

1. Arpalık: Devler memurlarına ek gelir ve görevden ayrıldıktan sonra bir nevi emeklilik sağlamak amacıyla tahsis edilmiş akar. [geri]
2. Paşmaklık (Başmaklık): Padişahın ailesinden kadınların (Anne, kız çocuklar ve hanımlar) giyim-kuşam gibi ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için vergi gelirleri kendilerine tahsis edilmiş Devlet arazisi. [geri]
3. Reâyâ: Müslüman olmayan tebaa. [geri]
4. Bac: Diğer hükümdarlardan alınan vergi. [geri]
5. İç halkı: Ednerun halkı [geri]
6. Tımar (Timâr): Dirlik anlamında bir kelime olup, yetiştirdikleri hayvanları ile birlikte harbe iştirak eden ve Sipâhi denen Osmanlı askerine öşrü alınmak üzere tahsis edilen tarım arazisi. [geri]
7. Zeâmet: Büyük ölçekli tımar [geri]
8. Vükelâ: Kelime anlamıyla vekil'in çoğulu; vekiller. Bugünkü anlamıyla kendilerine iş havale edilen karar vericiler: Bakanlar. [geri]
 
Telif Hakkı © 1997-2024 [uskudar.biz]
- sürüm 6.0.0 - Bütün Hakları Saklıdır.
Kullanım şartları için tıklayın!