Sonra Koyunu Kurt Değil de Çoban Yese
Cumartesi, 05 Aralık 2020

Şeytan, insan için nasıl ezelî ve ebedî bir düşman ise Alman da Türk için tam olarak öyledir. Bu noktada Alman kimdir meselesini doğru anlamak da elzemdir çünkü Türkiye'de Alman denildiğinde sadece Almanyadakilerden ibâret bir kavram akla gelmektedir ki bu çok eksiktir...

Oysa bugün Türkçe'de İngiliz olarak tanımlanan insanlar da ağırlıklı olarak Alman kökenlidir. İngiliz kraliyet ailesi hemen hemen safkan Alman sayılabilir. Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce Avrupa'daki kraliyet ailelerinin büyük bölümü Alman kanı taşımıyor muydu ki; Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Rusya hanedanları bile. Peki bunlar, bütün görünür güç zâten ellerindeyken birbirleriyle neden savaşmıştı?

Doğrusunu söylemek gerekirse bu savaş "yeni dünya düzeni" denen şeyin gerçek başlangıcını da ifâde etmektedir. Velhâsıl bugün küresel ölçekte tezgahlanmakta olan oyunlar ve yakın gelecekte gerçekleşmesi beklenenlerin, aslında 1914'de başlatılan ve belli safhalarla kesintisiz olarak devam etmekte olan sürecin yalnız bir bölümü olduğunu anlayabilmek gerekir, aksi taktirde sâdece bugüne bakarak meselelere herhangi bir doğru çözüm bulabilmek mümkün olmaz.

İçimdeki Düşman Hepsinden Yaman (2)

Tâli hedefler şimdilik bir tarafa bırakılırsa, Birinci Savaş için tek bir büyük hedef vardı; Osmanlı Devletini yok etmek. Almanya'nın bu hedefe yönelik katkısı ve başarısı(!) İngiltere'den çok çok daha büyüktür. Bugünün Türkiyesinde hâlâ hiç umursanmayan bu ayrıntıdan ibret almayı da nedense(!) beceremediğimiz için günümüzde süren tuzaklardan da hâlâ kurtulamıyoruz. Mâdem öyle, durumun günümüzdeki etkisine, hiç olmazsa güncel bir örnek üzerinden yaklaşmak düşünülebilir.

Eh, Türk bayraklı bir nakliye gemisine düzenlenen saldırıyı duymayan kimse kalmadı, üzerinde çokça konuşuldu, yazıldı, çizildi. Olayı tam olarak kavrayabilmek ve hissedebilmek denizci olmayanlar için aslında oldukça zor olduğu için durumu bir benzetme ile açıklayamaya çalışmak belki faydalı olabilir, şöyle düşünün:

Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde, şehir dışında bir kır evinde ailenizle çoluk çocuk oturuyorsunuz. Akşama doğru kapının önünde silahlı bir çete beliyor. Endişelenip Jandarmayı arıyorsunuz, telefonu açan olmuyor. Adamlar kapıyı kırıp silahlarıyla içeri giriyorlar, kendi aralarında almanca konuşarak, tehdit ve hakaretler savurarak evin altını üstüne getiriyorlar ve 16 saat kadar bu eziyeti sürdürdükten sonra gidiyorlar.

İşte bahsi geçen Türk bayraklı gemiye Akdeniz'in ortasında yapılan haydutluk da [Resim.1] aşağı yukarı böyleydi. Peki hedef(ler) neydi?

Geminin Köprüüstünden

Resim.1) Türkiye'de böyle adlandırılmaktan kaçınılsa da aslında Türkiye'ye karşı bir Nato harekâtının icra edildiği Türk bayraklı geminin köprüüstünden bir görüntü. Kameralara böyle görüntüler vermek de gerçekleştirilen saldırının önemli bir parçasıydı.


Bu noktada çoklu hedefleri olan bir saldırının söz konusu olduğundan bahsedilebilir, bunların birkaçını kısaca açıklamak gerekirse:

İlk hedef sosyal/psikolojiktir, tıpkı meşhur; Türk Özel Kuvvetlerinin başına çuval geçirilme hâdisesi gibi. Türk Milletinin ve Devletinin böyle aşağılanmasının, hem bizim üzerimizde, hem de diğer milletler üzerinde, üstelik uzun vâdeli derin etkileri olması kaçınılmazdır.

Eğer bu saldırıya karşı hemen kısas uygulansaydı ki yapılması gereken tek şey buydu, bu psikolojik harpteki durum tam tersine dönecekti ama târih tekerrür etti. Deniz Hukuku açısından Türkiye açıkça %100 haklı durumda olmasına rağmen bunu neden yap(a)madı sorusunun cevabına daha sonra geleceğiz...

Saldırının arkasında kimin olduğu meselesi de son derece önemlidir.
Saldırının merkezi açıkça ortadadır: Almanya.
Bu harekâtı icra eden dört ülkeden müteşekkil (örtülü Nato) görev kuvvetinin o sırada bir Yunanlı subay tarafından idâre ediliyor görünmesi sadece tek bir açıdan önemlidir o da söz konusu harekât vasıtasıyla, ikincil hedeflerden biri olarak; Yunan kamuoyuna ve kararvericilere bir miktar kendine güven aşılamaktır, bir nevî sonraki safhaya hazırlık gibi. Özet olarak onlara da dediler ki "bakın size Türkleri tokatlattık ama hâlâ gemilerinizin, bırakın açık suları, Türk sularında dolaşmasına bile ses çıkartamıyorlar!"

Alman Donanmasına ait birincil seviyede bir deniz aracının komutanın, söz konusu şartlar altında, sözüm ona bir Yunanlı görev kuvveti komutanı tarafından verilen böyle bir emri, kendi insiyatifi ile hemen uyguladığını düşünmek için en hafif tâbirle saf veya konu hakkında tamamen bilgisiz olmak gerekir. Alman gemisinin komutanının, söz konusu müdahalenin açıkça uluslararası deniz hukukunun ihlâli olduğunu bilmemesi mümkün değildir ve böyle bir harekâtı da kendi devletinden katî onay almadıkça gerçekleştirmesi söz konusu bile olmaz. Sonuç olarak bu deniz haydutluğunun Alman hükümeti tarafından bilinçli olarak icra ettirildiği de kesindir.

Bir diğer hedef sonraki siyâsî harekâtlara giden yolun zemin taşlarını döşemek yolundaki parçalardan birini daha yerleştirmekten ibârettir. Bu gemi hâdisesi Avrupa merkezli haber organları tarafından ısrarla şöyle sunulmaya devam ediyor; biz gemiye çıktık ama Türk Hükümeti izin vermediği için hemen (16 saat sonra!) ayrılmak zorunda kaldık, aslında gemide silah vardı(!) ama bulmamıza izin vermediler! Açık bir yalan olmasının onlar için bir önemi yok, yalana inanmaya hazır olanlar zâten mevcut, Göbbels'in torunları da dedelerinin izinde yalan konusunda haklı bir üne ve başarıya(!) sahipler ne de olsa.

Yine bu saldırının hedeflerinden biri hazırlanmakta olan sıradaki Nato darbe teşebbüsüne bâzı açılardan katkı sağlamak gibidir. En iyisi bu konunun ayrıntılarını şimdilik atlamak olur.

Ve bir başka hedef ise güç tahlili yapmak idi. Almanlar tarafından içinde ne olduğu ve ne olmadığı "kesinlikle bildikleri" bir gemiye karşı, uluslararası sularda, tamamen hukuksuzca ve alenen haydutça saldırı yapıldı. Eğer hukukî açıdan muallak şartlarda bir durum kurgulansaydı güç ölçümü doğru olarak yapılamazdı, bu sebeple açıkça haydutluk yaptılar ve gücü (güçsüzlüğü) ölçebildiler. Bu yazıyı olaydan sonraki gün de yazabilirdim ama bekledim, bir ümit belki bu kez uygun bir karşılık verilir diye...

Öte yandan böyle bir karşılığın hayâl olduğu da ve ne yazık ki Almanya karşısında tamamen âciz olduğumuz da ortadaydı. Diğer bütün konuları bir tarafa bıraksak ve sadece Donanma konularına odaklansak bile bu acziyet bütün çıplaklığıyla meydanda değil miydi?

Nitekim ülke medyası tarafından Almanları aklama çalışmaları da hemen başlatıldı, evet zavallı Alamanlar tuzağa düşürülmüş, kandırılmıştı, aslında çok mâsum, pek temiz çocuklardı, vah ve de vah idi... Güler misin, ağlar mısın? Kuklalar, iplerini tutanı nasıl kandırabilir, yersen.

Bu konunun ayrıntılarına girmeye şimdi pek gerek yok, merak eden olursa da [1] ve [2]'ye göz atmakla düşünmeye başlayabilir. Ne de olsa düşünmeden bu işin içinden çıkamayız ama çıkabilmek için en başta umursamak da lâzım, en iyisinin bile Kızılelma'sı "emekli maaşı" hâline gelmiş günümüz insanlarından da ne beklenebilirse artık.

Evet Türkiye'nin mevcut şartlarda Almanya'ya bırakın misliyle mukabelede bulunmayı, gık demeye gücü yok, maalesef bu gerçek biberden daha acı. Bunu bütün Donanmayı Almanya'nın kölesi hâline getirmeden önce [2] düşünecektik, tuzağa (üstelik bilerek) atladıktan sonra kim ne yapsın?

Mesela malzeme paketlerinin gelmesi dursa; Gölcük'te inşa edilmekte olan sözüm ona milli(!) denizaltılarımızın inşaları duruverir ve asla tamamlanamaz. İstanbul Sınıfı gemilerin inşaları da yarım kalır, Pakistan için inşa etmekte olduğumuz gemiler vesaire bile durur ve süre uzadıkça yedek parça ihtiyacı sebebiyle Donanmanın gemileri ve denizaltıları limandan çıkamaz hâle de gelir ve nihâyetinde Donanma hiç savaşmadan âdeta yok olabilir, bir bakıma Çeşme faciasının çağdaş yorumu gibi.

Eğer Almanya'ya posta koymak isterseniz, mesela tahrik ve sevk sistemi olarak %100 Alman malı olan uçak gemimizi(!) fazla seyre çıkartmamak da icab eder, eğer ciddi bir arıza olursa onarmak mümkün olamayabilir, nemçelinin aletiyle gerdeğe giren buna da baştan râzı olmuştur. Asla unutmamak lâzım bu haince kurgu tamamen ülke içinden icra ediliyor, bir asırdır, var mı düzeltmek isteyen?

Neme Gerek

Şimdilerde emekli amiraller her yerde karşımıza çıkıp, duymak istediğimiz şeyleri güzelce söyleyerek gururumuzu okşamayı iyi biliyorlar öyle değil mi? Ama ne fayda? Bu amirallerin şimdi iş işten geçtikten sonra söyle(yebil)diklerinin bir değeri olabilmesi için; ellerinde yetki ve güç varken Türk Donanmasını Almanya'nın arpalığı ve kölesi hâline gelmekten kurtarmaya çalıştıklarını görmüş olsaydık, işte ancak o zaman söylediklerinin gerçek bir değeri olurdu, üstelik 30 sene kadar önceki kısa süreli bir Alman ambargosu sonucunda savaş gemilerimizin denize çıkamaz hâle gelmeye başladığına bizzat şahit olmalarına rağmen ses çıkarmadılar.

Olayın ne kadar vahim bir mertebede olduğunu bilen insan sayısı ne yazık ki oldukça az ve bu bilenler de neme gerek(!) dediği için düzen değişmiyor. Daha kısa bir süre önce Devletin, deniz projeleri için yeni bir yapılanmaya gitmesi ümit verici görünmüştü ama bir de baktık ki Nemçeliler bu yeni yapıyı da sadece aylar içinde teslim alıvermiş.

Bizim için bütün dış düşmanların bir araya gelip üzerimize çullanması sorun değil, gerçekten değil. Ama eğer yıkılacaksak bu ancak yine (her zamanki gibi) içeriden olabilir, zayıf noktamız, gerçek tehdidin kaynağı da budur, yukarıdaki bütün meselenin kaynağı da budur.

Bilenler de Bunu Söylemeyip Gizlese...

♦ Kaynaklar

1. Nemçeliler hakkında - http://uskudar.biz/yafta/almanya.html
2. Motorlar hakkında üç beş cümle - http://uskudar.biz/yafta/motor.html
 
Telif Hakkı © 1997-2024 [uskudar.biz]
- sürüm 6.0.0 - Bütün Hakları Saklıdır.
Kullanım şartları için tıklayın!