Durumun farklı şekillere bürünerek ve renk değiştirerek de olsa asırlık bir tarihî tekerrür kıvamında hep aynı can sıkıcı ve âsab bozucu neticelere işâret etmesi sebebiyle, gerçekten de 2018'den beri Türkiye'deki denizcilik bağlamında herhangi bir savunma sanayii faaliyetinin ilerleyişi ile vs. kesinlikle ilgileniyor değilim.
Fakat ne kadar uzak durulmak istense de medyanın küresel zehirinden kurtulabilmek neredeyse imkânsız. Buralardaki yazılı, görsel, sosyal vs. medya ile hiç bir işim olmasa bile geçenlerde Brezilya gibi bize çok uzak topraklarda yapılan bir yayın üzerinde rast geldiğim yazı ile musibetten kurtulmaya pek imkân olmadığı gerçeği bir kez daha kendini gösterdi.
Brezilya gibi bize coğrafi ve kültürel olarak son derece uzak birkaç ülkedeki gelişmeleri olabildiği kadarıyla tâkip etmek uzun zamandır ilgimi çekiyor. Bunun temel sebeplerinin başında; örneğin Brezilya'nın son birbuçuk asırlık tarihinin, gerçekten şaşırtıcı bir şekilde adeta Türkiye'ninkinin bir karbon kopyası gibi şekillendirilmiş olması geliyor.
Şimdilik bu mevzuyu uzatmadan asıl konuya gelirsek; sadece üç hafta önce Brezilya üzerinden öğrenmek zorunda kaldığım şekliyle: Türkiye Almanya'dan 40milyon avro bedelle sekiz periskop daha alıvermiş. Bu konu brezilyalıları neden ilgilendiriyor diye düşünülürse sebebi şudur ki; böyle haberler oradaki alman lobisi tarafından, ülke içindeki hâkimiyetlerini güçlendirmeye ve çıkarlarını korumaya yönelik propaganda faaliyetlerinin küçük parçaları olarak kullanılıyor. Dedik ya; ha Brezilya ha Türkiye, işletilen düzen tıpatıp aynı.
Yeri gelmişken küçük bir ilâve bilgi vermek gerekirse: Donanmamızın elindeki en yeni denizaltılar olan Gür Sınıfı araçların üzerine yerleştirilmiş durumdaki, ABD kökenli Kollmorgen Model76 temelli bir çift Hücum ve Keşif periskobundan oluşan dört takıma (toplam 8 periskop) alman HDW tersanesi tarafından toplam 22milyon dolar [3] ödenmiş. Alman tersanenin bu amerikan periskoplarını bize kaça sattığı belirsiz ama güncel bilgiye göre yeni alman malı SERO400'lerin fiyatı rakiplerinin iki katı gibi.
Toplum Psikolojisi
Asıl konumuz tamamen başka olmakla birlikte durumu daha iyi açıklamak için biraz dolaylı bir yol izlemek gerekecek ve bu sebeple de geçici olarak MİLRES projesine atlanacak.
MİLli Rüzgar Enerji Santrali tanımlamasından kısaltılarak elde edilen ismi ile; MİLRES projesi bildiğim kadarıyla 2011'de TÜBİTAK tarafından başlatılmış ve İTÜ merkezli olarak, Yıldız Teknik ve Kocaeli Üniversitelerinin de katkılarıyla birlikte, 2016'da tamamlanma hedefiyle yürütülmüştü.
Resim.1 ve 2) Giriş - Gelişme: 2011'de başlayan çalışmanın ilk safhası tam da hedeflendiği şekilde 2016 itibarı ile ve söylendiğine göre (yeterli olmakla birlikte) %80 yerli katkı ile tamamlandı. Haberlerin tarihlerine dikkât!
500kW'lık bu ilk ar-ge çalışması, görüntü itibarıyla başarılı bir şekilde ve Türkiye'de pek alışık olmadığımız bir seyir izleyerek tam da başlangıcında ilân edilen süre sınırları içinde tamamlandı. Emeği geçen herkese teşekkürler ve tebrikler.
Fakat bu noktadan sonra 2016 itibarı ile hızla asıl hedef olan 2,5MW'lık endüstriyel ölçekteki daha büyük türbinin geliştirilmesi, yerli katkı oranının artırılması ve nihâyetinde birkaç sene içinde MİLRES'lerin yaygın olarak kullanıma girmeye başlaması beklenmekteyken durum biraz garipleşti.
Resim.3) Sonuç: Joseph Göbbels'in izindeki Alman devletine ait bir "Psikolojik Harp Silahı ve Yalan Haber Makinası"nın genelağ sitesinde; bir alman zaferinin daha gururla ilanı, Ağustos 2017
Örneğin alenen 15 Temmuz saldırısının arkasındaki merkezi güçlerden olan Almanya, gözümüzün içine baka baka Türkiye'nin RES1 projelerini toplamaya [Resim.3] devam etti ve ediyor. 2018 Ocak verileriyle [1] Türk toprakları üzerinde kurulu bulunan 2.925 Rüzgâr Türbininin %53,8'i Almanya, %23,3'ü Danimarka ve %14,9'u ise ABD kökenli, geri kalan ~%8 ise Fransa, İspanya, Çin hatta Hindistan tarafından paylaşılıyor. MİLRES nerede? Yok!
Önümüzdeki 10 yıllık dönemde Türkiye'nin 30-40milyar dolarlık yeni Rüzgâr Türbini yatırımı yapacağı söyleniyor, danimarkalıları yarım-alman saymak mâkûl olduğuna göre Türkiyenin rüzgar piyasasının şimdiden 3/4'ünü ele geçirmiş durumdaki nemçelilerin, onları bekleyen bu lokum gibi 30milyar doları da kaptırmamak için neler yapacaklarını tahmin etmek de size kalsın.
İlginçtir ki 2011-2016 arasında medyanın MİLRES ile ilgili yürüttüğü gaza getirme haberlerinin [Resim.1 ve 2] psikolojik etkisi (tamamen alman güdümündeki medyanın asıl hedefi olduğu üzere) ortalama bireyleri otomatikleşmiş bir tepki ile Türkiye'deki yeni rüzgâr santrallerinin milli türbinlerle inşa edilmekte olduğuna(!) çoktan ikna etmiş durumda, bu noktadan sonra artık gözler ve kulaklar duyarsız!
Tabii dertler burada da bitmiyor. Ülkenin Hava Savunması, hesapsızca kurulan rüzgâr santralleri sebebiyle şimdiden ciddi bir zaafiyete girmiş durumda olduğu gibi bu etki yapılması planlanan yeni RES yatırımlarıyla çığ gibi büyüme eğiliminde ve savunma açısından S400'den daha önemli olabilecek bir konu olan bu durum da kimsenin umurunda görünmüyor.
Delikli Demir
İlkokul yıllarında, herhalde dokuz-on yaşlarında iken mukavva kullanarak katlayıp yapıştırmak suretiyle elde ettiğimiz dikdörgen kesitli ve iki ucunda asimetrik açıklık bulunan uzunca boruların içine, mahallenin camcısından uygun ölçüde kestirerek aldığımız bir çift aynayı 45o açıyla yerleştirerek imâl ettiğimiz ve oyunlarda kullandığımız ilkel periskopların bu tasarımı; tam olarak 1854 tarihli bir fransız icadına dayanıyor idi ve savaş gemileri üzerinde kullanılmak üzere geliştirilmişti. Daha sonraları mercekler kullanılarak üretilen gelişmiş türlerinin ortaya çıkıp, denizaltılar üzerinde kullanılmaya başlanmaları için ise yarım asır kadar bir zaman geçecekti.
O zamandan yakın döneme kadar da periskoplar gelişmeye devam etmekle birlikte temel tasarım ve uygulama anlayışı olarak aynı kalmıştır denilebilir. Elektronik görüntüleme alanındaki günümüzün çok hızlı gelişmelerine bağlı olarak bu yeni teknolojinin sağladığı üstünlüklerden denizaltıların da yararlanmaya başlamasıyla, bu araçlarla bağdaşmış en temel bileşen olan periskopların teknolojisinde, üstelik denizaltının tasarımını kökünden etkileyecek kadar önemli, bir sıçrama meydana geldi.
Böylece optik periskoplar yerlerini hızla elekro-optik olanlara bırakmaya başladıysa da bu gerçeklik henüz Türkiye'den uzaklardadır2. Elektronik periskoplar atası olan optik/mekanik periskoplara göre çok büyük ve göz ardı edilemeyecek üstünlüklere sahiptir.
Resim.4) İsveç donanması için inşa edilmekte olan A26 denizaltısının santraline ait bir bilgisayar modeli görüntüsü. Optik/Mekanik periskopların kullanılmaması ile elde edilen kazanç açıkça görülebiliyor.[2] Ek olarak, yeni nesil elektro-optik persikopalar sayesinde A26'nın santrali kulenin altında olmayacak! İsveçliler öncü çalışmada A19'ların (Gotland Sınıfı) Yarı-Ömür Yenilemesini yaparken de bu denizaltılar üzerindeki eski optik periskopları tamamen söküp yerlerine mukavim tekneye nüfûz etmeyen elektronik olanları (Fransız Safran üretimi) kullanarak bu resimdeki gibi bir santral yerleşimini, 1996'da hizmete giren eski denizaltılarına da 2019 itibarı ile başarıyla uyguladılar ki aynı periskoplar inşaları devam eden A26'lar üzerinde de kullanılacak...
Elektronik periskopların sağladıklarından kısaca bahsetmek gerekirse:
- Hafiflik.
- Hacim etkileri. Denizaltı gövdesi ve bilhassa santrali içinde ciddi ölçüde hacim kaplayan bir donanım olan hareketli optik periskopların kullanılmaması ile sağlanan kazanç, bilhassa Tip209/214 boyutlarındaki küçük denizaltılar için son derece değerlidir. [Resim.4]
- Yerleşim esnekliği. Mekanik periskopların tasarımdan çıkartılması ile artık santralin kule ile aynı dikey eksene yerleştirilmesi mecburiyeti ortadan kalkar. Bu durum hem santral için çok daha uygun bir yerleşim yapabilme imkânı sağlarken hem de kule yerleşimini serbest bıraktığından denizaltının toplam hidrodinamik tasarımını dahi etkileyen değişimler zincirini olumlu etkileyebilir, tabii doğru şekilde kullanılabilirse...
- Yapısal tasarım etkileri. Optik periskoplar mukavim tekneye nüfûz etmek zorunda olduklarından yapısal sıkıntılara sebep olurlar ve bu sıkıntılara belli ölçüde bir çözüm bulabilmenin mâliyeti oldukça yüksektir. Yine de sualtı patlamalarına direnç gibi konulara mekanik periskop yapıları daima sorun çıkartmaya adaydır ve tam anlamıyla güvenilir bir çözüm sağlayabilmek mümkün değildir. Elektronik periskoplar mukavim tekne üzerinde bu açıdan oluşacak zaafları neredeyse tamamen ortadan kaldırmaktadır.
- Maliyet. Elektronik periskoplar ilk yatırım maliyetleri açısından çok daha üstündür ama Türkiye gibi satıcı ülkenin ve mümessillerinin elinde oyuncak olmuş bir vaziyette iken bunların sağladığı verilerle gerçeği göremezsiniz. İlâve olarak işin içine idâme masrafları girdiğinde ortaya çıkan ömür boyu mâliyet açısından düşünüldüğünde aradaki fark iyice açılır...
- Esneklik. Muhtemel bir hasar durumunda optik/mekanik bir periskobu değiştirmek son derece zaman alıcı ve yüksek maliyetli olabilir. Denizaltı üzerindeki mevcut elektronik periskoplar ise çok daha kolay ve hızlı bir şekilde değiştirilebilir. Ayrıca elektronik periskoplar aniden gelişen özel görev ihtiyaçlarına uygun olarak mevcut direk yapılandırmalarının hızlıca yeniden uyarlanabilmesini de mümkün kılar.
- Azalmış karmaşıklık. Daha küçük ve mekanik açıdan daha az karmaşık bir donanım olduklarından elektronik periskoplar hem üretim hem de bakım-tutum kolaylıkları yönünden üstündür.
- İz. Elektronik periskoplar birkaç açıdan daha düşük iz sağlayacak şekilde tasarlanıp üretilebilmeye imkân sağlayabilir.
şeklinde birkaç maddeyi özet olarak sıralamak mümkündür, daha fazlasına şimdilik pek gerek yok.
Im Deutschen nichts Neues
Belki on sene kadar önceydi, Aselsan için milli periskop yaptı - yapıyor - yapacak haberleri ortaya dökülmeye başlamıştı diye hatırlıyorum. Ne edelim ki nihâyetinde önce elimizdeki Tip209/1.200'lerin (Ay Sınıfı) yenilenmesi için yeni alman periskopları alındı. Daha sonra Cerbe/Reis Projesi için hemen oniki alman periskobu daha sipariş edildi. Daha bu ayın başında da Tip209/1.400'lerin ilk dördü (Preveze Sınıfı) için sekiz alman periskobu daha sipariş edildiği ortaya çıktı. İşte bu hikâye ile sahip olduğu aşikâr benzerlik sebebiyle de yukarıda MİLRES konusuna biraz değinmek gerekli oldu.
Eğer Türk Donanması Portekiz ayarında olsaydı da her 25-30 senede ancak dört yeni periskoba ihtiyaç duysaydı (belki) o zaman ithâlat yapmak mantıklı bir çözüm olurdu. Fakat burada Akdeniz'in en büyük denizaltı gücü olan ve bu gücü hem teknolojik hem de sayısal olarak daha da büyütmek zorunda olan bir Donanma söz konusu iken, düzenin hâlâ bu şekilde işliyor olması çok acı.
Gidişât belli; önümüzdeki yıllarda ikinci dört Tip209-/1.400'ün (Gür Sınıfı) yenilenmesi için sekiz alman pesikobu daha alınacak sonra MİLDEN için Almanya'dan oniki tane daha sipariş edilecek... Preveze Sınıfı denizaltılar üzerindeki mevcut periskopları daha yeni bir model olsa bile üzerindekiler ile eşdeğer teknolojik kökene sahip yine optik/mekanik periskoplarla (SERO 400) değiştirmenin (son paragraf haricinde) mantıklı bir açıklamasını yapabilmek pek mümkün değil.
Tabii bu arada geçen sene, Pakistan'ın Agosta Sınıfı üç denizaltısının yenilenme işini Almanya adına aldıktan sonra, bu çalışma için sipariş edilen altı alman periskobunu da listeye eklemek lâzım.
Hadi ithalâta mecbur kaldık diyelim, bu işte bir terslik daha var; Dünya'daki tek periskop üreticisi almanlar değil; Fransa (Safran), ABD (Kollmorgen), İngiltere (Thales), Rusya (Elektropribor) vs. gibi başka üreticiler de mevcut. O zaman neden bu rekabet ortamından yararlanılıp hiç olmazsa mâliyet düşürülmeye bile çalışılmadan doğrudan Almanya'nın önünde el pençe dîvan duruluyor? Tabii cevabını herkes biliyor, bu sâdece öylesine bir soruydu.
Hâlen böylesine büyük bir periskop tüketicisiyken ve gelecekte de bunu sürdürecek olmamıza rağmen ve milli savunma sanayii hikâyeleri böylesine hava uçuşurken, bir denizaltı üzerindeki temel bileşenler içinde geliştirilmesi en kolay donanım olan periskop üretimine, üstelik elektronik-periskop alanının sunduğu kolaylıklara rağmen başlamamış olmamız büyük acı. Böylesine somut bir vaziyet karşında MİLDEN Çalıştayı gibi şeylerin gerçek hedeflerinin ne olduğu ise tam bir muamma, bu şartlar altında akla gelen tek mantıklı açıklama ise herhalde "MİLDEN bileşenlerini mümessillere paylaştırmak" olabilir.
Gerçek bir Denizaltı Yarı-Ömür Yenilemesinin nasıl olduğunu gördükten sonra Preveze Sınıfı üzerindeki çalışma için daha başka söylenebilecek çok şey var ama bunların bir anlamı yok.
Nesiller boyunca ilkoklulda bize her sabah milli ülkümüzün ne olduğunu söylettilerdiyse de nasıl olup da gerçek ülkümüz hiç değişmedi: "Deutschland über alles!" İşte bütün mesele. Kula kulluk edenlerse...
|